1. Pek çok suda bir miktar arsenik bulunabilir. Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre içme suyundaki arsenik miktarı 0.01 mg/litre’yi aşmamalıdır. Arsenikten zengin içme suyunu uzun süre (5-20 yıl) kullanan kişilerde arsenik zehirlenmesi (arsenikoz) ortaya çıkar. Ortaya çıkan sağlık sorunları; ciltte rDevamını oku

    Pek çok suda bir miktar arsenik bulunabilir. Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre içme suyundaki arsenik miktarı 0.01 mg/litre’yi aşmamalıdır. Arsenikten zengin içme suyunu uzun süre (5-20 yıl) kullanan kişilerde arsenik zehirlenmesi (arsenikoz) ortaya çıkar. Ortaya çıkan sağlık sorunları; ciltte renk değişikliği, el ayası ve ayak tabanında sertleşme, cilt kanserleri; mesane, böbrek ve akciğer kanserleri; ayak ve bacaklarda damar hastalıkları; ayrıca diyabet, hipertansiyon ve üreme bozuklukları şeklinde özetlenebilir.

    Çin’de arsenikli su tüketiminin, damarları tutan ve gangrene yol açan “kara ayak hastalığı”na sebep olduğu bildirilmiştir. Diğer bazı ülkelerde de arseniğin, periferik damar hastalıkları oluşturduğunu gösteren yayınlar mevcuttur. Malnutrisyon arseniğin kan damarları üzerine olan etkisini arttırabilir.

    Toksik bir element olan arseniğin, ciltten emilimi yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla arsenikli su ile el yıkama, çamaşır yıkama, temizlikte kullanma ve banyo yapmakta insan sağlığı açısından bir sakınca yoktur.

    Doğal arsenik kontaminasyonu Arjantin, Bangladeş, Şili, Çin, Meksika, Tayland ve ABD gibi birçok ülke için sorun teşkil etmektedir. Özellikle Bangladeş’deki arsenik problemini DSÖ yakından takip etmekte olup, bu ülkedeki sığ su kuyularının %27’sinde yüksek düzeyde (0,05mg/L) arsenik saptanmıştır. Yüz yirmi beş milyonluk Bangladeş nüfusunun 35-77 milyon kadarının kontamine içme suları nedeniyle risk altında olduğu tahmin edilmektedir.

    Korunma:

    • İçme sularındaki arsenik oranını 0,01 mg/dl altında tutmak için kuyular daha derin kazılmalı,
    • İçme sularının tahlilleri rutin olarak yapılmalıdır.
    Daha az gör
  2. Cyanobacteria ya da mavi-yeşil algler, tüm dünyada özellikle sıcak ve besin yönünden zengin, durgun sularda görülürler. Hem bakteri hem de alg özelliği göstermekle beraber, son zamanlarda bakteri olarak sınıflandırılmışlardır. Mavi-yeşil renkleri, bitkiler gibi fotosentez yapabilme yeteneklerinden kDevamını oku

    Cyanobacteria ya da mavi-yeşil algler, tüm dünyada özellikle sıcak ve besin yönünden zengin, durgun sularda görülürler. Hem bakteri hem de alg özelliği göstermekle beraber, son zamanlarda bakteri olarak sınıflandırılmışlardır. Mavi-yeşil renkleri, bitkiler gibi fotosentez yapabilme yeteneklerinden kaynaklanır.

    Siyanobakterilerin bazı türleri insan ve hayvanları etkileyen toksinler üretir. Bu toksinler, insanlara kontamine suyun içilmesi veya bu sularla banyo yapılması sırasında bulaşır. En ağır klinik tablolar, toksin ihtiva eden suların içilmesi sonucunda ortaya çıkar. Bu toksinlere maruziyet sonrasında cilt irritasyonu, mide krampları, bulantı, kusma, ishal, ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ve eklem ağrıları, ağız mukozasında büller ve karaciğer hasarı gibi belirtiler görülebilir. Kontamine sularda yüzenlerde astım, göz irritasyonu, döküntüler, burun ve ağız çevresinde büller gibi alerjik reaksiyonlar gelişebilir. Kuşlar, balıklar ve diğer bazı hayvanlar da yüksek düzeyde toksin üreten siyanobakterilerden zehirlenebilirler.

    Siyanobakteri toksinleri insan vücudunda etki ettikleri bölgeye göre sınıflandırılırlar. Hepatotoksinler, siyanobakterilerin Microcystis, Anabaena, Oscillatoria, Nodularia, Nostoc, Cylendrospermopsis ve Umezakia gibi türleri tarafından üretilmekte olup karaciğer üzerine etkilidirler. Nörotoksinler, Aphanizemenon ve Oscilatoria gibi türler tarafından üretilir ve sinir sistemi üzerine etkili olurlar. Cylindrospermopsis türleri ayrıca gastrointestinal belirtilere ve böbrek hastalıklarına yol açan toksik alkaloidler üretir.

    Siyanobakteriler ılıman iklimlerde, yaz ve sonbahar aylarında, besin içeriği yüksek, durgun ve ılık sularda, su kaynaklarında, havuzlarda ve denizlerde hızla ürerler. Tüm dünyada görülmekle birlikte, özellikle Amerika, Afrika, Avustralya, Avrupa, İskandinavya ve Çin’de daha yaygındır.

    İçme ve sulama suları ile siyanobakteri toksinine maruz kalan kişiler yoğun bakım ünitesinde tedavi edilmelidir.

    Korunma:

    • Göllerde ve su kaynaklarında besin değerini azaltmak (ötrofikasyon): atık suların kontrolü, su kaynaklarının tarım atıkları ile kontaminasyonunu azaltmak,
    • Sağlık çalışanlarının ve su kaynakları ile ilgilenen kişilerin eğitimi,
    • Kontamine suların detoksifikasyonu ve temizlenmesi ile mümkündür.
    Daha az gör
  3. Dengue, sivrisineklerle bulaşan bir viral enfeksiyondur. Dengue virüsü insanlara enfekte dişi Aedes türü sivrisineklerin ısırmasıyla bulaşır. Hastalıktan dört ayrı virüs sorumlu olup hastalık geçirildikten sonra etken olan virüse karşı ömür boyu bağışıklık oluşur. Dengue hastalığı, dünyada tropikalDevamını oku

    Dengue, sivrisineklerle bulaşan bir viral enfeksiyondur. Dengue virüsü insanlara enfekte dişi Aedes türü sivrisineklerin ısırmasıyla bulaşır. Hastalıktan dört ayrı virüs sorumlu olup hastalık geçirildikten sonra etken olan virüse karşı ömür boyu bağışıklık oluşur. Dengue hastalığı, dünyada tropikal ve subtropikal bölgelerde, genellikle kentlerde ve kentlere yakın bölgelerde görülmektedir. Dengue ateşi özellikle bebek ve çocukları etkileyen grip benzeri bir hastalık olup nadiren ölüme yol açar. Bağışıklık sistemi zayıf olan çocuklarda ölüm oranı yüksektir.

    Deng ateşinin belirtileri hastalığın görüldüğü yaşa göre değişir. Bebeklerde ve küçük çocuklarda ateşli-döküntülü bir hastalık; daha büyüklerde ise ateş, baş ağrısı, gözlerde ağrı, kas-eklem ağrıları ve döküntülü bir klinik tablo görülür.

    Deng hemorojik ateşi ise yüksek ateş, kanama ve karaciğerde büyüme ile karakterize, potansiyel olarak ölümcül bir komplikasyondur. Ani olarak başlayan yüksek ateş ve yüzde kızarma sonrası Deng ateşinin diğer bulguları ortaya çıkar. Ateş 40-41˚C’yi bulabilir. Febril konvülsiyonlar (ateşe bağlı kasılma nöbetleri) gelişebilir. Ateş genellikle 2-7 gün kadar devam eder. Ilımlı vakalarda, bütün belirti ve semptomlar ateş düştükten sonra azalırken, şiddetli vakalarda ateşten birkaç gün sonra hastaların durumu aniden bozulabilmektedir. Hastalığın seyri esnasında dolaşım bozukluğu görülebilir, hasta şoka girebilir ve hatta 12-24 saat içinde ölebilir. Böyle karamsar tablolar yanında vücudun kaybettiği sıvı yerine konulursa hasta süratle iyileşir.

    Deng ateşi genellikle tropikal ve subtropikal bölgelerde sivrisineklerin yaşadığı alanlarda görülür. Afrika, Amerika, Doğu Akdeniz, Batı Pasifik, Güney ve Güney-Doğu Asya’dan vakalar bildirilmiştir. Dünyada her yıl 50-100 milyon Deng hastası rapor edilmekte olup, bunların 500 000’i Deng Hemorajik Ateşi olgusudur.

    Korunma:

    • Deng ateşine karşı henüz aşı üretilmemiştir.
    • En etkili korunma yöntemi sivrisineklerle mücadeledir.
    • Atıkların uygun düzenlemelere tâbi olması,
    • Yerleşim yerlerinin yakınlarında su birikintileri oluşmasının önlenmesi,
    • Sivrisineklere karşı ilaçlama yapılması ve uygun giysilerin giyilmesi gereklidir.
    Daha az gör
  4. Şistosomiazis, dünyada sıtmadan sonra, toplum sağlığını etkileyen ikinci sıklıktaki paraziter hastalıktır. İnsanda parazitlik yapan schistosomalar S. haematobium, S. mansoni, S. japonicum, S. intercalatum ve S. mekangi’dir. Ülkemizde Güneydoğu Anadolu bölgesinde S. Haematobium tespit edilmiştir. ŞisDevamını oku

    Şistosomiazis, dünyada sıtmadan sonra, toplum sağlığını etkileyen ikinci sıklıktaki paraziter hastalıktır. İnsanda parazitlik yapan schistosomalar S. haematobium, S. mansoni, S. japonicum, S. intercalatum ve S. mekangi’dir. Ülkemizde Güneydoğu Anadolu bölgesinde S. Haematobium tespit edilmiştir. Şistosomalar ağırlıklı olarak tropikal ve subtropikal bölgelerin en önemli sorunlarındandır. Bir yörede şistosoma enfeksiyonu olabilmesi için parazitli insanların bulunması, ortamın sulu olması, çevrede yumuşakçaların bulunması ve ısının 25˚C dolaylarında olması gereklidir.

    Enfeksiyon, serbestçe yüzen larvaların ciltten girmesi ile ortaya çıkar. Ateş, titreme, öksürük ve kas ağrıları olur. Vücuda giren parazit sayısı hastalığın şiddetiyle doğru orantılıdır. Parazitin deriden girdiği bölgede papillom, ödem, ciltte döküntü ve kaşıntı ile lenf bezlerinde şişlik görülür.

    Parazitin gelişmesine paralel olarak 2 ay sonra baş ağrısı, yaygın vücut ağrıları, ateş, titreme, sindirim bozuklukları, karaciğerde büyüme ve akciğer belirtileri ortaya çıkar. Hastaların bir kısmında siroz ve portal hipertansiyon, idrar yollarında ve akciğer damarlarında tıkanmalar, böbrekte bozukluklar ve mesane kanseri gelişebilmektedir. Çocuklarda büyüme ve gelişme geriliğine sebep olur.

    Hastalığa en sık sahra altı Afrika ülkelerinde rastlanmakla birlikte, İran, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, Uzak Doğu, Surinam, Venezuella ve Brezilya’da da görülmektedir. Lokal salgınların görüldüğü yerlerde tatlı sularda yüzen veya bu sularda oynayan kişiler risk altındadır. Tüm dünyada 200 milyon insan şistosomalarla enfekte olup 600 milyon insan da şistosomiazis enfeksiyonu açısından risk altındadır.

    Korunma:

    • Hastaların tedavisi,
    • İnsan çıkartılarının kontrol altına alınması,
    • Ara konakların ortadan kaldırılması,
    • Hastalığın görüldüğü bölgelerdeki sularda yüzmekten veya oynamaktan kaçınılması,
    • Sanitasyonun iyileştirilmesi, suların kontaminasyonunun azaltılması ve su içinde çalışan insanların eğitilmesi ile mümkündür.
    Daha az gör
  5. Dünyadaki en önemli paraziter enfeksiyon hastalığıdır. İnsanlara genellikle anofel türü dişi sivrisineklerin sokması ya da enfekte kanın inokülasyonu ile bulaşır. 45˚ kuzey ve 40˚ güney enlemleri arasında kalan tropikal ve subtropikal bölgelerde, bataklıklara komşu alanlarda sık görülür. YaygınlaşmaDevamını oku

    Dünyadaki en önemli paraziter enfeksiyon hastalığıdır. İnsanlara genellikle anofel türü dişi sivrisineklerin sokması ya da enfekte kanın inokülasyonu ile bulaşır. 45˚ kuzey ve 40˚ güney enlemleri arasında kalan tropikal ve subtropikal bölgelerde, bataklıklara komşu alanlarda sık görülür.

    Yaygınlaşması su kaynakları ile yakından ilişkilidir.

    Kırk yıl önce sadece Afrika’da sıtmaya bağlı olarak yılda 2,5 milyon kişi ölmekteydi. Sıtma günümüzde Afrika’da 5 yaş altındaki çocuk ölümlerinin ilk beş nedeninden biridir ve yılda ortalama 1 milyon çocuk bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Buna karşılık Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’dan eradike edilmiştir.

    Sıtma, tarihte her zaman Anadolu’nun en önemli sağlık sorunlarından biri olmuştur. 1927 yılında Sağlık Bakanlığı (S.B.) bütçesinin (3.203.400 TL) %17’si (560.000 TL) sıtma savaşına ayrılmış iken, 1945’de hastalığın önemi göz önüne alınarak S.B. bütçesinin (17.907.024 TL) %39’u olan 7.150.000 TL bu işe ayrılmıştı. Önemli miktardaki kaynağın da kullanılması ile sıtma savaşında başarıya ulaşılmış olup 1977 yılına gelindiğinde ise sıtma savaşına ayrılan pay S.B. bütçesinin (56.505.498.000 TL) ancak %4’ünü oluşturmuştur.

    Sıtmaya, Güneydoğu Anadolu bölgemizde odaksal, diğer bölgelerde ise sporadik olarak rastlanmaktadır. Son zamanlarda anofellerin DDT’ye direnç geliştirip Amik ve güneydoğu ovalarında hızla çoğalması, sıtma olgularının yeniden artmasına neden olmuştur. Sıtma olgusu saptanan illerin başında Diyarbakır, Batman, Adana ve Şanlıurfa gelmektedir. Sıtma olgularının aylara göre artıp azalması, anofellerin üreyip, aktif hale geçme dönemleri ile paralellik gösterir. Yurdumuzda sıtma olgularının en fazla görüldüğü aylar Temmuz, Haziran, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarıdır.

    Plasmodium vivax, P. falciparum, P. malaria ve P. ovale olmak üzere dört tür sıtma paraziti vardır. Bu parazitlerin, insan vücudunda geçen eşeysiz ve insan kanında başlayıp dişi anofel vücudunda tamamlanan eşeyli olmak üzere iki gelişme dönemi vardır. Eşeyli üreme için ortam ısısı 20˚C’nin üzerinde ve nem oranı %60-80 olmalıdır. Enfeksiyonun bölge seçmesi bu özelliğe bağlıdır. Anofel cinsi sinekler insanları daha çok güneşin batmasından sonraki zaman diliminde ısırırlar.

    Kuluçka süresi ortalama 14-30 gündür. Üşüme-titreme, yüksek ateş ve bol terleme ile karakterize SITMA NÖBETİ akut sıtmanın en önemli belirtisi olup yurdumuzda sık görülen vivax sıtmasında (malarya tersiyana) 48 saatte bir tekrarlar. Hastaların çoğunun dudakları uçuklar (herpes labialis).

    Hasta kötü bir nöbet sonucunda ölmez ise bir süre sonra sıtma sessiz hale geçer. Tedavi edilmeyen olgularda tekrarlayan nöbetlerle anemi ilerler, dalak büyümeye devam eder, bazen karaciğer de büyür. Hasta halsizdir, çalışmak istemez, çeşitli mide bağırsak rahatsızlıkları gelişir. Sıtma küçük çocuklarda daha ağır seyreder, büyümeyi yavaşlatır. Kadınlarda adet düzeni bozulur. Gebelikte de daima ağırlaşmaya meyillidir. Sıtmaya yakalanan gebelerde düşük (abortus) ve erken doğum sık görülür.

    Parmak ucundan alınan bir damla kanın boyalı mikroskobik tetkiki ile çok kısa sürede kesin teşhisi konulabilen bir hastalıktır. Her ateşli sıtma hastası yatırılmalı, bol sulu içecek (limonata vs) verilmeli, klinik belirtilere göre semptomatik tedavi (kan transfüzyonu, demirli preparatlar, beslenme vs) uygulanmalıdır. İlaç tedavisi; Chloroquine ve Primaquine adlı ilaçlarla yapılır. Bu ilaçlar Sağlık Bakanlığı’nın il ve ilçe teşkilatlarındaki görevliler tarafından hastalara ücretsiz olarak verilmektedir.

    Korunma:

    • Endemik bölgelerde taramalar yapılarak sıtmalılar belirlenmeli ve tedavi edilmelidir.
    • Nüfus hareketleri kontrol edilmelidir.
    • Endemik bölgeye gidenlere profilaktik olarak haftada bir, 2 tablet (300 mg baz) chloroquine veya 1 tablet (25 mg) pirimetamin verilmelidir.
    • Bilinçli ve etkili sivrisinek mücadelesi yapılmalıdır. Bu amaçla insektisitlerle (DDT, Malation, Fenitritation, Popoxur, vb); şahsi korunma tedbirleri (Cibinlik, pencerelere tel, sinek kaçırıcı ilaçlar) ile erişkin sivrisineklere karşı tedbir alınmalıdır.
    • Larvalara karşı durgun sular ve bataklıklar kurutulmalı, nehir yatakları düzenlenmeli, özellikle pirinç ekimi bilimsel usullerle yapılmalı,
    • Ayrıca havuz ve göl gibi su birikintileri sık sık dalgalandırılıp, larvaların barınmasına elverişsiz hale getirilmeli,
    • Böyle su birikintilerinde larva yiyen Gambusia veya Respora cinsi balıklar yetiştirilmeli,
    • Kurutulamayan su birikintilerinde larvaların solumasına engel olmak için tedbirler alınmalıdır.
    Daha az gör
  6. Dünyada körlüğe neden olan ikinci sıklıktaki enfeksiyon hastalığıdır. Hastalığa sularda yaşayan Onchocerca volvulus kurtçukları neden olur. Karasineklerin ısırması ile insandan insana da bulaşır. Larvalar erişkin formlara dönüşür ve fibröz nodüllere, cilt yüzeyine veya eklemlere yakın bölgelere yerlDevamını oku

    Dünyada körlüğe neden olan ikinci sıklıktaki enfeksiyon hastalığıdır. Hastalığa sularda yaşayan Onchocerca volvulus kurtçukları neden olur. Karasineklerin ısırması ile insandan insana da bulaşır. Larvalar erişkin formlara dönüşür ve fibröz nodüllere, cilt yüzeyine veya eklemlere yakın bölgelere yerleşir.

    Erişkin formlar yarım metre uzunluğa kadar ulaşabilir, cilde doğru ilerler, kaşıntıya ve ciltte depigmentasyona, lenfadenite, elefantiazise, görme bozukluğuna ve körlüğe yol açar.

    Hastalık Afrika’da, Guatemala’da Meksika’nın güneyinde, Venezuella’da, Brezilya’da, Kolombiya’da Ekvador’da ve Arap Yarımadası’nda görülür. Dünya da 18 milyon insan bu enfeksiyondan etkilenmiştir. 6.5 milyon insanda kaşıntı ve dermatit, 270 000 insanda ise körlük bildirilmiştir.

    Korunma:

    En önemli korunma yöntemi karasineklerin ve larvaların bulunduğu su kaynaklarının ilaçlanmasıdır.

    Daha az gör
  7. Gözün konjunktiva ve kornea bölümlerinin kronik bir enfeksiyonudur. Hastalığın etkeni Chlamydia trachomatis’dir. Klamidyalar; virüsler ile bakteriler arasında ortak özelliklere sahiptir. Isıya ve antiseptiklere dayanıksız oldukları halde kuruluğa uzun süre dayanırlar. İnsanlarda en sık görülen göz eDevamını oku

    Gözün konjunktiva ve kornea bölümlerinin kronik bir enfeksiyonudur.

    Hastalığın etkeni Chlamydia trachomatis’dir. Klamidyalar; virüsler ile bakteriler arasında ortak özelliklere sahiptir. Isıya ve antiseptiklere dayanıksız oldukları halde kuruluğa uzun süre dayanırlar. İnsanlarda en sık görülen göz enfeksiyonu olan trahomun yaklaşık olarak 500 milyon kişiyi etkilediği hesaplanmıştır. Tekrarlayan enfeksiyonlar ve bunların komplikasyonlarına bağlı kör olan insan sayısının 6 milyon civarında olduğu bildirilmektedir.

    Trahom su kaynaklarının sınırlı, sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu yerlerde, kalabalık yerleşim birimlerinde ortaya çıkar. Bulaşma kirli sularla, sineklerle, hastaların doğrudan teması veya havlu, mendil gibi eşyalarının kullanılması ile olur. Aile içi bulaşmalara da sık rastlanır.

    Hastalık yaklaşık 7 günlük bir kuluçka döneminden sonra, her iki gözün konjunktivasında ödem, kanlanma, fotofobi ve göz yaşarması gibi belirtilerle başlar. Daha sonra oluşan folliküller ve granülasyonlar aylarca devam eder. Tedavi edilmeyen olgularda görme fonksiyonları azalabilir.

    Ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan insanların yarısından fazlasının trahoma yakalandığı 1925’lerde soruna çözüm bulmak amacıyla Sağlık Bakanlığınca dünyaya örnek olmuş bir kontrol programı başlatılmıştır. Dikey bir örgütlenmeye sahip bu program sayesinde trahomun görülme sıklığı, diğer bulaşıcı hastalıklar düzeyine gelmiştir. En son trahom savaş memuru kursu (3 ay süreli) 1973 yılında açılmıştır. Diyarbakır, Gaziantep ve Kilis’te 1930 yılında kurulmuş olan Trahom Hastaneleri

    1981 yılında; Trahom Savaş Dispanserleri ise 1984 yılından sonra kapatılmıştır.

    1997 yılında uygulamaya konulan yeni “Trahom Kontrol Programı” birinci basamak sağlık kuruluşlarınca yürütülmektedir. Yeni veri kayıt sistemine göre 1997 yılında 10 ilde 1595 kişide aktif trahom olgusu bildirilmiştir.

    Daha az gör
  8. Leptospiroz

    Leptospiroz, esas olarak vahşi ve evcil hayvanların hastalığı olup; bu hayvanların idrarı ile doğrudan veya dolaylı temas sonucunda insanlara bulaşan Leptospira cinsi bakterilerin neden olduğu akut seyirli bir enfeksiyondur. Grip benzeri klinik tablo ile seyredebileceği gibi, olguların %5-10 kadarınDevamını oku

    Leptospiroz, esas olarak vahşi ve evcil hayvanların hastalığı olup; bu hayvanların idrarı ile doğrudan veya dolaylı temas sonucunda insanlara bulaşan Leptospira cinsi bakterilerin neden olduğu akut seyirli bir enfeksiyondur. Grip benzeri klinik tablo ile seyredebileceği gibi, olguların %5-10 kadarında sarılık, kanama, vaskülit ve böbrek yetmezliği ile karakterize

    Weil hastalığı şeklinde seyreder. Weil hastalığı; günümüze değin “şeker kamışı hastalığı, pirinç tarlası hastalığı, bataklık ateşi, domuz çobanı menenjiti, Japon sonbahar ateşi, fare ateşi ve yedi gün ateşi” gibi isimlerle anılmış olup ölümcül seyir gösterebilir.

    Lestospiroz; çöller ve kutuplar dışında dünyanın hemen her tarafında yaygın olarak bulunur. Tropik ve subtropik bölgeler ile az gelişmiş ülkelerde daha sıktır. Leptospiraların en önemli rezervuarı fareler olup, ayrıca kedi, köpek, keçi, sığır, domuz, kuşlar, sürüngenler, çiftlik hayvanları, koyun, geyik ve tavşanlarda da enfeksiyon oluştururlar. Ev ve tarla farelerinin yarısının leptospira taşıdığı ve dolayısıyla bulaşta önemli rolleri olduğu saptanmıştır. Bakteriler, enfekte hayvanların böbreklerinde yıllarca kalabilir ve insanlara bulaş genellikle bu hayvanların idrarı ile dolaylı temas sonucu olur. Şiddetli yağmurlar sonucu oluşan sel suları da leptospiralar için uygun ortamlardır ve salgınlar gözlenebilir. İnsandan insana bulaşma nadiren görülür.

    Bulaşma, kontamine göl, havuz, kanal suları, bataklık, pirinç tarlaları ve su birikintileri ile temas sonucu, deri bütünlüğünün bozulduğu yara ve kesiklerden, ağız, burun ve gözlerden etkenin alınması ile olur. Veterinerler, askerler, çiftçiler, mezbaha, maden ve kanalizasyon işçileri, pirinç ve şeker kamışı tarlalarında çalışanlar ve kontamine sularda yüzenler risk altındadır.

    Hastalığın kuluçka süresi 2-12 gündür. Deri ve mukozalardan giren leptospiralar, kan dolaşımına karışıp, beyin-omurilik sıvısı ve göz sıvısı dahil tüm vücuda yayılırlar. Hastalıktaki temel patoloji, böbrekler ve karaciğerde fonksiyon bozukluğudur. Hastalığın erken döneminde yüksek ateş, şiddetli baş ağrısı, karın ağrısı, kas ağrıları, titreme, gözlerde kızarıklık ve ciltte döküntüler görülür. Sarılık, cilt ve mükoz membranlarda (akciğer dahil) kanama, kusma, ishal, hemolitik anemi ve menenjit gibi komplikasyonlara neden olabilir.

    Hamilelik döneminde düşük, erken doğum, ölü doğum veya nadiren bebekte leptospiroz gelişimi ile sonuçlanır. Etkenin kanda bulunduğu (septisemik) dönemde emziren annelerin sütlerinde de leptospiralar bulunur.

    Korunma:

    Leptospiroz, önlenmesi zor bir zoonotik enfeksiyondur. Çünkü leptospiralar çok sayıda hayvan türünde, hatta aşılı köpeklerin idrarlarında bile bulunabilmekte ve insanlara geçebilmektedir.

    Hastalıktan korunmak için;

    • Özellikle hastalığın sık görüldüğü bölgelerde yaşayanlara su ve besin hijyeni konularında ve yağışlardan sonra olası tehlikelere karşı eğitim verilmeli,
    • Kanal, gölet, akarsu ve bataklıklar gibi kontamine olma ihtimali bulunan yerlerde yüzmekten ve sularda oynamaktan kaçınılmalı,
    • Kanalizasyon ve mezbaha işçilerine çizme, eldiven gibi koruyucu kıyafetler giydirilmeli,
    • Önemli bir vektör olan farelerle mücadele edilmelidir.
    • Veteriner tıbbında ve hayvan yetiştiriciliğinde leptospiroz aşısı yaygın olarak kullanılmaktadır.
    • Bakterinin çok sayıda serovarının varlığı, insanların aşı ile korunmalarını hemen hemen imkansız hale getirir.
    • Hastalığı geçirenlerde etken olan serovara karşı uzun süreli bağışıklık oluşur.
    Daha az gör
  9. Lejyoner hastalığı ya da Lejyonelloz; Legionella türü bakterilerin sebep olduğu akciğer enfeksiyonuna (pnömoni) verilen isimdir. Hastalık; hafif öksürük ve ateş gibi bulgulardan, solunum yetmezliği, bilinç durumunda değişiklik ve birden fazla organdaki yetmezliğe kadar geniş bir yelpazede karşımızaDevamını oku

    Lejyoner hastalığı ya da Lejyonelloz; Legionella türü bakterilerin sebep olduğu akciğer enfeksiyonuna (pnömoni) verilen isimdir. Hastalık; hafif öksürük ve ateş gibi bulgulardan, solunum yetmezliği, bilinç durumunda değişiklik ve birden fazla organdaki yetmezliğe kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkabilir.

    Legionella cinsi bakteriler nehir, göl, diğer doğal su kaynakları ve insan eliyle oluşturulmuş su dağıtım sistemlerinde (klimalarda, nemlendiricilerde, kaplıcalarda, vd.) bulunurlar 20-50˚C’deki sıcak su sistemlerini kolonize ederler. Su sistemlerinin içinde bulunan bakteri ve protozoonlar, Legionella bakterilerinin çoğalmasını kolaylaştırabilir.

    Bulaşma, Legionella ile kontamine olmuş suların çeşitli yollarla solunum sistemine girmesi ile gerçekleşir. İnsandan insana direkt bulaşma olmaz. Legionella enfeksiyonuna karşı duyarlılık yaş ile orantılı olarak artmaktadır. Sigara içme, kronik akciğer hastalığı, özellikle kortizon kullanımına bağlı bağışıklık baskılanması, cerrahi girişimler ve organ nakli uygulamaları en önemli risk faktörleridir. Otellerde ve diğer tesislerde bulunan hava soğutma sistemlerindeki mikroplu sular vasıtasıyla enfeksiyonun yayılmasını takiben salgınlar ortaya çıkar.

    Hastalığın erken devresinde ateş, halsizlik, kas ağrısı, iştahsızlık ve baş ağrısı bulguları mevcuttur. Ateş hemen her hastada vardır ve %20’sinde 40˚C’nin üstündedir. Hastaların %80’inde öksürük vardır ve %10 olguda balgamda kan görülür. Olguların %25-40’ında sulu ishal, bulantı, kusma ve karın ağrısı görülebilir.

    Korunma:

    • İdeal korunma yöntemi Legionella’nın kolonize olduğu çevre kaynağını bulmak ve mikroorganizmayı burada yok etmektir.
    • Hastanelerde yılda bir kez en az 10 uç noktadan (musluk, duş başlığı, vb.) ve tüm sıcak su tanklarından su numuneleri alınarak test edilmelidir.
    • Legionella kolonizasyonu saptandığında;
    • Su sıcaklığı 70-80˚C’ye çıkarılıp tüm musluklardan akıtılmalıdır (yayılmayı kontrol etmek açısından uygun, ancak kalıcı değildir),
    • 2-6 ppm konsantrasyonda hiper-klorinizasyon yapılmalıdır (su sistemine zarar verebilir) ya da,
    • Bakır-gümüş iyonlama yöntemi uygulanmalıdır (pahalı fakat kalıcı bir yöntemdir).
    Daha az gör
  10. Hepatitler

    Vücudun hemen her etkinliğinde düzenleyici, destekleyici, düzeltici rolleri nedeniyle vazgeçilemez bir organ olan karaciğerin çalışma düzeninin bozulmasına yol açan karaciğer hücresi iltihabına HEPATİT denir. Hepatite yol açan nedenlerden bazıları; Mikroorganizmalar (Bakteri, virüs, amip) İlaçlar (ADevamını oku

    Vücudun hemen her etkinliğinde düzenleyici, destekleyici, düzeltici rolleri nedeniyle vazgeçilemez bir organ olan karaciğerin çalışma düzeninin bozulmasına yol açan karaciğer hücresi iltihabına HEPATİT denir. Hepatite yol açan nedenlerden bazıları;

    • Mikroorganizmalar (Bakteri, virüs, amip)
    • İlaçlar (Anksiyolitik, Kas gevşetici, Ağrı kesici),
    • Hormonlar (Steroidler),
    • Zehirler (Mantar toksinleri) ve
    • Birikim hastalıkları (Yağlanma) dır.

    SARILIK ise; cildin, iç örtülerin (mukozaların) ve göz aklarının sararması ile belirginleşen ve birçok hastalık nedeni ile gelişebilen bir bulgudur. Ortaya çıkması için, karaciğerde yapılan ve sarı rengin kaynağı olan bilirubin maddesinin yapımında artış, atılımında azalma ya da her ikisinin birlikte bulunması gerekir. Ancak; her hepatit hastasında sarılık görülmeyebileceği gibi, her sarılık olgusu da hepatite bağlanmamalıdır.

    Hepatitler dışında;

    • İlaçlar (Örn. Göz anjiyografisinde kullanılanlar),
    • Hemolitik kan hastalıkları,
    • Büyük hematomlar (kan toplanması) ve
    • Karaciğer enzim bozuklukları (Örn. Gilbert Sendromu) da sarılığa yol açabilir.

    Viral hepatit:

    Işık mikroskobu ile görülemeyecek kadar küçük, virüs adı verilen mikroorganizmaların insan karaciğerinde oluşturdukları yaygın iltihaplanmaya VİRAL HEPATİT denir. Akut viral hepatitler, en yaygın enfeksiyonlardan olmaları, uzun süre iş ve güç kaybına neden olmaları ve bazen de ölüm veya kronik hepatitle sonuçlanmaları sebebiyle tüm dünyada ve ülkemizde en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir.

    Normalde her insanda üretilmekte olan bilirubin, çalışma düzeni bozulan karaciğer hücreleri tarafından gereğince kandan alınıp safraya atılamaz ve sarılık ortaya çıkar. Viral Hepatitli hastalarda çoğu zaman karaciğerin fonksiyonları tamamen bozulmaz ve sarılık tablosu ortaya çıkmaz (GİZLİ SARILIK).

    Viral hepatite sebep olan virüsler:

    Primer hepatotrop virüsler;

    HEPATİT A VİRÜSÜ (HAV)

    HEPATİT B VİRÜSÜ (HBV)

    HEPATİT C VİRÜSÜ (HCV)

    HEPATİT D VİRÜSÜ (HDV)

    HEPATİT E VİRÜSÜ (HEV)

    HEPATİT G VİRÜSÜ (HGV)

    HEPATİT TT VİRÜSÜ (HTTV)

    Sekonder hepatotrop virüsler;

    EBV, CMV, HSV, VZV, Adenovirüs, Coxsackie, Rubella, Rubeola ve Sarı Humma virüsleri vd.

    EKZOTİK VİRÜSLER: Marburg, Lassa, Ebola virüsleri

    HEPATİT A ve HEPATİT E

    Hepatit A ve E fekal-oral yolla yani bağırsak içeriğinin doğrudan veya dolaylı olarak gıdalara karışması ve ağızdan alınmasıyla bulaşır. Çoğunlukla insan dışkısı ile kontamine olmuş sularla bulaşmaktadır. Bunun dışında yeterli alt yapı hizmetlerinin sağlanamadığı sağlık ve hijyen koşullarının uygun olmadığı bölgelerde, su ile birlikte, özellikle çiğ olarak yenen sebze ve meyveler, bazen süt, süt ürünleri ve kabuklu deniz hayvanları bulaştırmada rol oynayan belli başlı kaynaklardır.

    Hepatit A virüsü; gelişmekte olan ülkelerde çocuk yaş grubunu enfekte ederken, gelişmiş ülkelerde daha ileri yaş grubunda enfeksiyona yol açar.

    Hepatit E ise daha çok genç yaştaki bayanlarda görülür. Özellikle gebeliğin son 3 ayına girmiş kadınlar Hepatit E virüsüne duyarlıdır.

    Hepatit A virüsü (HAV):

    Isı, eter ve mide asidine direnci fazla olup klor ve formalin ile inaktive olur. Su ve deniz suyunda 3-10 ay kadar yaşayabilir. Tüm dünyada tek serotipi vardır ve hastalığı geçirenlerde ömür boyu kalıcı bağışıklık bırakır. Sadece insanlarda hastalık yapar.

    Hepatit A virüsü; dondurulup yeniden çözünmeye, asitlerle temasa, dietil etere ve 56˚C ısıya 30 dakika süreyle dayanıklı olup ultraviyole, formaldehit ve klor vb. içeren deterjanlar karşısında ve 98˚C ısıda bir dakikada harabolur. HAV virüsüyle infekte materyallerde kullanılabilecek germisid kimyasalların miktarları ve etkinlikleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

    KİMYASAL YOĞUNLUK ETKİNLİK
    Etilen Oksit 450-800 mg/L Yüksek
    Gluteraldehit %2 Yüksek
    Stabilize Hidrojen %6-10 Yüksek
    Peroksit
    Formaldehit %8 Yüksek
    İyodoforlar 70-150 mg/L Orta-Yüksek
    Hipoklorit 500-5000 mg/L Orta-Yüksek

    Ülkemizde yetişkinlerin %95’i A hepatitinin geçirildiğini gösteren antiHAV antikorlarına sahiptir. A hepatiti ülkemizde genellikle okul çağında alınır yani çocuklarda daha sık rastlanır. Sonbahar ve kış başında daha sık görülür. Bu mevsimlerde duyarlı nüfusun fazla olduğu okul, kreş gibi yerlerde salgınlar görülebilir.

    Hepatit A, alt yapı sorunu olan ülkelerde yaygındır. İnsan dışkısı ile kirlenmiş besinlerle ve kabuklu deniz hayvanları ile de bulaşır. Sular; klorlama yetersiz ise bulaştırıcıdır. Hepatit A virüsü, oral yolla alındıktan 2-6 hafta sonra dışkıda görülmeye başlayıp, klinik olarak hepatit başladıktan 2 hafta sonraya kadar dışkıda bulunmaya devam eder. Virüsün dışkıda görülme dönemlerinde hastalar bulaştırıcıdırlar.

    Kuluçka süresi 2-6 hafta (Ort: 30 gün) dır. Hastalık ateş, halsizlik, iştahsızlık, bulantı ve karın ağrısı belirtileri ile kendini gösterir. Genelde ilk dikkat çeken bulgu, idrar renginin koyulaşmasıdır. Göz akları, dil altı ve cilt sararır. Hastalık 1-2 haftadan, birkaç aya kadar sürebilir.

    Toplumumuzda hepatit A çocuklar arasında çok yaygındır. Yaş arttıkça tablo ağırlaşır ve sarılık görülme ihtimali fazlalaşır. A hepatiti kronikleşmez, ancak altta yatan başka bir karaciğer hastalığının varlığında infeksiyon daha ağır seyreder. Hepatit A’da ölüm oranı %0,2-0,4 civarında olup, çocuklarda çok nadirdir. Ancak karaciğer nekrozu gelişen olgularda %70- 90 ölüm görülebilir.

    Hepatit E virüsü (HEV):

    Hemen hemen tüm özellikleri Hepatit A virüsüne benzemektedir. Hepatit E, içme sularının kanalizasyon ile kontamine olduğu Çin, Hindistan, Meksika ve Kuzey Afrika ülkelerinde daha sık görülür. Bu ülkelerde dışkı ile kirlenmiş sular ile geniş kitleleri içeren salgınlara yol açar. Ev içi yakın temas ile bulaşma yaygın değildir. Ülkemizde HEV ile karşılaşma sıklığı ortalama %5 civarındadır. Şimdiye kadar Güney Doğu Anadolu bölgemizden iki salgın bildirilmiştir.

    İnkübasyon periyodu 30-40 gündür. Ani başlangıçlı ve kendini sınırlayan bir hepatit tablosu oluşturur. Hepatit A gibi, Hepatit E de kronikleşmez ve taşıyıcılık yapmaz. Sıklıkla 15 yaşından büyüklerde görülür ve genellikle 15-40 yaş grubunu etkiler. Gebelerde %20 olasılıkla ağır formda (fulminan) seyreder ve ölümcül olabilir.

    Patogenezi de Hepatit A’ya benzer. Karaciğere yerleşmeden önce bağırsaklarda çoğalır. Semptomların başlamasından önce virüs dışkı ile atılır. Enfeksiyözitesi düşük olduğundan enfeksiyon oluşturması için çok miktarda virüsün alınması gereklidir.

    A ve E hepatitlerinden korunmada genel ilkeler:

    Su ve besinlerle bulaşan infeksiyon hastalıklarından korunmada aşağıdaki husulara uymak gerekir.

    • Kişisel hijyen kurallarına dikkat edilmesi, özellikle el yıkamanın yaygınlaştırılması,
    • Halka bu enfeksiyonlar ile ilgili bilgi verilmesi,
    • Su ve besin maddelerinin dışkı ve idrar ile kontaminasyonunun önlenmesi,
    • Süt ve süt ürünlerinin teknik ve hijyenik kurallara uygun olarak topluma sunulması,
    • Kabuklu deniz hayvanları satış yerlerinin kontrolu; kirli sulardan elde edilen kabukluların yenilmemesi veya yemeden önce en az 10 dakika kaynatılmasının öğretilmesi,
    • Yiyecek ve içecek işiyle uğraşanların, portörlük yönünden kontrolu,
    • Gıda imalathanelerinin ve depolarının hijyenik olması; gıdaların üretimden tüketime kadar kontrol altında tutulması,
    • Karasinek ve fare gibi mekanik taşıyıcılarla mücadele edilmesi,
    • Hepatit geçiren hastaların izolasyonu,
    • Hastanede yatan hepatitli hastalar için önlem alınması,
    • İnfekte kişilerin okula, kreşe ve işe gönderilmemesi, vb.

    Yukarıda sıralanan genel tedbirlere ilaveten Hepatit A’ya karşı temas öncesi ve temas sonrası korunma önlemi olarak aşılar ve antiserumlar üretilmiştir.

    Hepatit A aşısının, çocukluğunda A hepatiti geçirmemiş olan aşağıdaki risk gruplarına yapılması önerilmektedir.

    1. Altyapı yetersizliği olan bölgelere seyahat edenlere
    2. Üç aydan daha uzun ve sık seyahat edenlere,
    3. Askeri ve diplomatik personele,

     

    1. Kronik karaciğer hastalığı olanlara,
    2. Sık sık faktör VII alan hemofili hastalarına (aşı cilt altına yapılmalı),
    3. Uyuşturucu kullananlara,
    4. Laboratuarda bu virüsle çalışan personele,
    5. Salgınlar sırasında zeka düzeyi düşük olan kişilere,
    6. Çocuk bakım merkezlerinde çalışan personele,
    7. Homoseksüellere,
    8. Hijyen uyumu zayıf olan temizlik işçileri ve gıda elleyicilerine.

    Hepatit A aşısı %95 veya daha yüksek oranda bağışıklık oluşturur ve etkinliği en az 20 yıl sürer. Eğer hepatit A virüsü bulaşı olmuşsa, bu durumda virüsün karaciğere ulaşarak hastalık oluşturmasını önlemeye yönelik immünglobulin (antiserum) uygulaması yapılır. Hepatit A immünglobulinleri, önceden A hepatiti geçirmiş olup bağışık durumdaki insanların plazmalarından steril şartlarda elde edilen hepatit A’ya özgü antikorlardır.

    Hazırlanan preparatların protein içeriği %10-18 civarındadır. Bilinen son temas sonrasında derhal ya da mümkün olduğunca erken 0,02 ml/kg dozunda spesifik immün-globulinin intramusküler (adale içinde) yapılması gerekir. Kişisel korunma için bulaşmayı takiben iki hafta içinde immün serum globulin uygulanabilir. Bugün için temastan sonra en az 15 gün geçmişse immün-globulin verilmesinin pek yararı olmadığı bilinmektedir.

    Daha az gör