1. Lejyoner hastalığı ya da Lejyonelloz; Legionella türü bakterilerin sebep olduğu akciğer enfeksiyonuna (pnömoni) verilen isimdir. Hastalık; hafif öksürük ve ateş gibi bulgulardan, solunum yetmezliği, bilinç durumunda değişiklik ve birden fazla organdaki yetmezliğe kadar geniş bir yelpazede karşımızaDevamını oku

    Lejyoner hastalığı ya da Lejyonelloz; Legionella türü bakterilerin sebep olduğu akciğer enfeksiyonuna (pnömoni) verilen isimdir. Hastalık; hafif öksürük ve ateş gibi bulgulardan, solunum yetmezliği, bilinç durumunda değişiklik ve birden fazla organdaki yetmezliğe kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkabilir.

    Legionella cinsi bakteriler nehir, göl, diğer doğal su kaynakları ve insan eliyle oluşturulmuş su dağıtım sistemlerinde (klimalarda, nemlendiricilerde, kaplıcalarda, vd.) bulunurlar 20-50˚C’deki sıcak su sistemlerini kolonize ederler. Su sistemlerinin içinde bulunan bakteri ve protozoonlar, Legionella bakterilerinin çoğalmasını kolaylaştırabilir.

    Bulaşma, Legionella ile kontamine olmuş suların çeşitli yollarla solunum sistemine girmesi ile gerçekleşir. İnsandan insana direkt bulaşma olmaz. Legionella enfeksiyonuna karşı duyarlılık yaş ile orantılı olarak artmaktadır. Sigara içme, kronik akciğer hastalığı, özellikle kortizon kullanımına bağlı bağışıklık baskılanması, cerrahi girişimler ve organ nakli uygulamaları en önemli risk faktörleridir. Otellerde ve diğer tesislerde bulunan hava soğutma sistemlerindeki mikroplu sular vasıtasıyla enfeksiyonun yayılmasını takiben salgınlar ortaya çıkar.

    Hastalığın erken devresinde ateş, halsizlik, kas ağrısı, iştahsızlık ve baş ağrısı bulguları mevcuttur. Ateş hemen her hastada vardır ve %20’sinde 40˚C’nin üstündedir. Hastaların %80’inde öksürük vardır ve %10 olguda balgamda kan görülür. Olguların %25-40’ında sulu ishal, bulantı, kusma ve karın ağrısı görülebilir.

    Korunma:

    • İdeal korunma yöntemi Legionella’nın kolonize olduğu çevre kaynağını bulmak ve mikroorganizmayı burada yok etmektir.
    • Hastanelerde yılda bir kez en az 10 uç noktadan (musluk, duş başlığı, vb.) ve tüm sıcak su tanklarından su numuneleri alınarak test edilmelidir.
    • Legionella kolonizasyonu saptandığında;
    • Su sıcaklığı 70-80˚C’ye çıkarılıp tüm musluklardan akıtılmalıdır (yayılmayı kontrol etmek açısından uygun, ancak kalıcı değildir),
    • 2-6 ppm konsantrasyonda hiper-klorinizasyon yapılmalıdır (su sistemine zarar verebilir) ya da,
    • Bakır-gümüş iyonlama yöntemi uygulanmalıdır (pahalı fakat kalıcı bir yöntemdir).
    Daha az gör
  2. Hepatitler

    Vücudun hemen her etkinliğinde düzenleyici, destekleyici, düzeltici rolleri nedeniyle vazgeçilemez bir organ olan karaciğerin çalışma düzeninin bozulmasına yol açan karaciğer hücresi iltihabına HEPATİT denir. Hepatite yol açan nedenlerden bazıları; Mikroorganizmalar (Bakteri, virüs, amip) İlaçlar (ADevamını oku

    Vücudun hemen her etkinliğinde düzenleyici, destekleyici, düzeltici rolleri nedeniyle vazgeçilemez bir organ olan karaciğerin çalışma düzeninin bozulmasına yol açan karaciğer hücresi iltihabına HEPATİT denir. Hepatite yol açan nedenlerden bazıları;

    • Mikroorganizmalar (Bakteri, virüs, amip)
    • İlaçlar (Anksiyolitik, Kas gevşetici, Ağrı kesici),
    • Hormonlar (Steroidler),
    • Zehirler (Mantar toksinleri) ve
    • Birikim hastalıkları (Yağlanma) dır.

    SARILIK ise; cildin, iç örtülerin (mukozaların) ve göz aklarının sararması ile belirginleşen ve birçok hastalık nedeni ile gelişebilen bir bulgudur. Ortaya çıkması için, karaciğerde yapılan ve sarı rengin kaynağı olan bilirubin maddesinin yapımında artış, atılımında azalma ya da her ikisinin birlikte bulunması gerekir. Ancak; her hepatit hastasında sarılık görülmeyebileceği gibi, her sarılık olgusu da hepatite bağlanmamalıdır.

    Hepatitler dışında;

    • İlaçlar (Örn. Göz anjiyografisinde kullanılanlar),
    • Hemolitik kan hastalıkları,
    • Büyük hematomlar (kan toplanması) ve
    • Karaciğer enzim bozuklukları (Örn. Gilbert Sendromu) da sarılığa yol açabilir.

    Viral hepatit:

    Işık mikroskobu ile görülemeyecek kadar küçük, virüs adı verilen mikroorganizmaların insan karaciğerinde oluşturdukları yaygın iltihaplanmaya VİRAL HEPATİT denir. Akut viral hepatitler, en yaygın enfeksiyonlardan olmaları, uzun süre iş ve güç kaybına neden olmaları ve bazen de ölüm veya kronik hepatitle sonuçlanmaları sebebiyle tüm dünyada ve ülkemizde en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir.

    Normalde her insanda üretilmekte olan bilirubin, çalışma düzeni bozulan karaciğer hücreleri tarafından gereğince kandan alınıp safraya atılamaz ve sarılık ortaya çıkar. Viral Hepatitli hastalarda çoğu zaman karaciğerin fonksiyonları tamamen bozulmaz ve sarılık tablosu ortaya çıkmaz (GİZLİ SARILIK).

    Viral hepatite sebep olan virüsler:

    Primer hepatotrop virüsler;

    HEPATİT A VİRÜSÜ (HAV)

    HEPATİT B VİRÜSÜ (HBV)

    HEPATİT C VİRÜSÜ (HCV)

    HEPATİT D VİRÜSÜ (HDV)

    HEPATİT E VİRÜSÜ (HEV)

    HEPATİT G VİRÜSÜ (HGV)

    HEPATİT TT VİRÜSÜ (HTTV)

    Sekonder hepatotrop virüsler;

    EBV, CMV, HSV, VZV, Adenovirüs, Coxsackie, Rubella, Rubeola ve Sarı Humma virüsleri vd.

    EKZOTİK VİRÜSLER: Marburg, Lassa, Ebola virüsleri

    HEPATİT A ve HEPATİT E

    Hepatit A ve E fekal-oral yolla yani bağırsak içeriğinin doğrudan veya dolaylı olarak gıdalara karışması ve ağızdan alınmasıyla bulaşır. Çoğunlukla insan dışkısı ile kontamine olmuş sularla bulaşmaktadır. Bunun dışında yeterli alt yapı hizmetlerinin sağlanamadığı sağlık ve hijyen koşullarının uygun olmadığı bölgelerde, su ile birlikte, özellikle çiğ olarak yenen sebze ve meyveler, bazen süt, süt ürünleri ve kabuklu deniz hayvanları bulaştırmada rol oynayan belli başlı kaynaklardır.

    Hepatit A virüsü; gelişmekte olan ülkelerde çocuk yaş grubunu enfekte ederken, gelişmiş ülkelerde daha ileri yaş grubunda enfeksiyona yol açar.

    Hepatit E ise daha çok genç yaştaki bayanlarda görülür. Özellikle gebeliğin son 3 ayına girmiş kadınlar Hepatit E virüsüne duyarlıdır.

    Hepatit A virüsü (HAV):

    Isı, eter ve mide asidine direnci fazla olup klor ve formalin ile inaktive olur. Su ve deniz suyunda 3-10 ay kadar yaşayabilir. Tüm dünyada tek serotipi vardır ve hastalığı geçirenlerde ömür boyu kalıcı bağışıklık bırakır. Sadece insanlarda hastalık yapar.

    Hepatit A virüsü; dondurulup yeniden çözünmeye, asitlerle temasa, dietil etere ve 56˚C ısıya 30 dakika süreyle dayanıklı olup ultraviyole, formaldehit ve klor vb. içeren deterjanlar karşısında ve 98˚C ısıda bir dakikada harabolur. HAV virüsüyle infekte materyallerde kullanılabilecek germisid kimyasalların miktarları ve etkinlikleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

    KİMYASAL YOĞUNLUK ETKİNLİK
    Etilen Oksit 450-800 mg/L Yüksek
    Gluteraldehit %2 Yüksek
    Stabilize Hidrojen %6-10 Yüksek
    Peroksit
    Formaldehit %8 Yüksek
    İyodoforlar 70-150 mg/L Orta-Yüksek
    Hipoklorit 500-5000 mg/L Orta-Yüksek

    Ülkemizde yetişkinlerin %95’i A hepatitinin geçirildiğini gösteren antiHAV antikorlarına sahiptir. A hepatiti ülkemizde genellikle okul çağında alınır yani çocuklarda daha sık rastlanır. Sonbahar ve kış başında daha sık görülür. Bu mevsimlerde duyarlı nüfusun fazla olduğu okul, kreş gibi yerlerde salgınlar görülebilir.

    Hepatit A, alt yapı sorunu olan ülkelerde yaygındır. İnsan dışkısı ile kirlenmiş besinlerle ve kabuklu deniz hayvanları ile de bulaşır. Sular; klorlama yetersiz ise bulaştırıcıdır. Hepatit A virüsü, oral yolla alındıktan 2-6 hafta sonra dışkıda görülmeye başlayıp, klinik olarak hepatit başladıktan 2 hafta sonraya kadar dışkıda bulunmaya devam eder. Virüsün dışkıda görülme dönemlerinde hastalar bulaştırıcıdırlar.

    Kuluçka süresi 2-6 hafta (Ort: 30 gün) dır. Hastalık ateş, halsizlik, iştahsızlık, bulantı ve karın ağrısı belirtileri ile kendini gösterir. Genelde ilk dikkat çeken bulgu, idrar renginin koyulaşmasıdır. Göz akları, dil altı ve cilt sararır. Hastalık 1-2 haftadan, birkaç aya kadar sürebilir.

    Toplumumuzda hepatit A çocuklar arasında çok yaygındır. Yaş arttıkça tablo ağırlaşır ve sarılık görülme ihtimali fazlalaşır. A hepatiti kronikleşmez, ancak altta yatan başka bir karaciğer hastalığının varlığında infeksiyon daha ağır seyreder. Hepatit A’da ölüm oranı %0,2-0,4 civarında olup, çocuklarda çok nadirdir. Ancak karaciğer nekrozu gelişen olgularda %70- 90 ölüm görülebilir.

    Hepatit E virüsü (HEV):

    Hemen hemen tüm özellikleri Hepatit A virüsüne benzemektedir. Hepatit E, içme sularının kanalizasyon ile kontamine olduğu Çin, Hindistan, Meksika ve Kuzey Afrika ülkelerinde daha sık görülür. Bu ülkelerde dışkı ile kirlenmiş sular ile geniş kitleleri içeren salgınlara yol açar. Ev içi yakın temas ile bulaşma yaygın değildir. Ülkemizde HEV ile karşılaşma sıklığı ortalama %5 civarındadır. Şimdiye kadar Güney Doğu Anadolu bölgemizden iki salgın bildirilmiştir.

    İnkübasyon periyodu 30-40 gündür. Ani başlangıçlı ve kendini sınırlayan bir hepatit tablosu oluşturur. Hepatit A gibi, Hepatit E de kronikleşmez ve taşıyıcılık yapmaz. Sıklıkla 15 yaşından büyüklerde görülür ve genellikle 15-40 yaş grubunu etkiler. Gebelerde %20 olasılıkla ağır formda (fulminan) seyreder ve ölümcül olabilir.

    Patogenezi de Hepatit A’ya benzer. Karaciğere yerleşmeden önce bağırsaklarda çoğalır. Semptomların başlamasından önce virüs dışkı ile atılır. Enfeksiyözitesi düşük olduğundan enfeksiyon oluşturması için çok miktarda virüsün alınması gereklidir.

    A ve E hepatitlerinden korunmada genel ilkeler:

    Su ve besinlerle bulaşan infeksiyon hastalıklarından korunmada aşağıdaki husulara uymak gerekir.

    • Kişisel hijyen kurallarına dikkat edilmesi, özellikle el yıkamanın yaygınlaştırılması,
    • Halka bu enfeksiyonlar ile ilgili bilgi verilmesi,
    • Su ve besin maddelerinin dışkı ve idrar ile kontaminasyonunun önlenmesi,
    • Süt ve süt ürünlerinin teknik ve hijyenik kurallara uygun olarak topluma sunulması,
    • Kabuklu deniz hayvanları satış yerlerinin kontrolu; kirli sulardan elde edilen kabukluların yenilmemesi veya yemeden önce en az 10 dakika kaynatılmasının öğretilmesi,
    • Yiyecek ve içecek işiyle uğraşanların, portörlük yönünden kontrolu,
    • Gıda imalathanelerinin ve depolarının hijyenik olması; gıdaların üretimden tüketime kadar kontrol altında tutulması,
    • Karasinek ve fare gibi mekanik taşıyıcılarla mücadele edilmesi,
    • Hepatit geçiren hastaların izolasyonu,
    • Hastanede yatan hepatitli hastalar için önlem alınması,
    • İnfekte kişilerin okula, kreşe ve işe gönderilmemesi, vb.

    Yukarıda sıralanan genel tedbirlere ilaveten Hepatit A’ya karşı temas öncesi ve temas sonrası korunma önlemi olarak aşılar ve antiserumlar üretilmiştir.

    Hepatit A aşısının, çocukluğunda A hepatiti geçirmemiş olan aşağıdaki risk gruplarına yapılması önerilmektedir.

    1. Altyapı yetersizliği olan bölgelere seyahat edenlere
    2. Üç aydan daha uzun ve sık seyahat edenlere,
    3. Askeri ve diplomatik personele,

     

    1. Kronik karaciğer hastalığı olanlara,
    2. Sık sık faktör VII alan hemofili hastalarına (aşı cilt altına yapılmalı),
    3. Uyuşturucu kullananlara,
    4. Laboratuarda bu virüsle çalışan personele,
    5. Salgınlar sırasında zeka düzeyi düşük olan kişilere,
    6. Çocuk bakım merkezlerinde çalışan personele,
    7. Homoseksüellere,
    8. Hijyen uyumu zayıf olan temizlik işçileri ve gıda elleyicilerine.

    Hepatit A aşısı %95 veya daha yüksek oranda bağışıklık oluşturur ve etkinliği en az 20 yıl sürer. Eğer hepatit A virüsü bulaşı olmuşsa, bu durumda virüsün karaciğere ulaşarak hastalık oluşturmasını önlemeye yönelik immünglobulin (antiserum) uygulaması yapılır. Hepatit A immünglobulinleri, önceden A hepatiti geçirmiş olup bağışık durumdaki insanların plazmalarından steril şartlarda elde edilen hepatit A’ya özgü antikorlardır.

    Hazırlanan preparatların protein içeriği %10-18 civarındadır. Bilinen son temas sonrasında derhal ya da mümkün olduğunca erken 0,02 ml/kg dozunda spesifik immün-globulinin intramusküler (adale içinde) yapılması gerekir. Kişisel korunma için bulaşmayı takiben iki hafta içinde immün serum globulin uygulanabilir. Bugün için temastan sonra en az 15 gün geçmişse immün-globulin verilmesinin pek yararı olmadığı bilinmektedir.

    Daha az gör
  3. Norwalk ve Norwalk benzeri virüsler SRSVs (Small Round Structured Viruses) olarak da tanımlanan virüslerdir. Üretilemeyen ancak serolojik testlerle ve elektron mikroskop ile teşhis edilen bu virüslerin sebep olduğu besin zehirlenmeleri giderek daha fazla tanınmaktadır. Norwalk virüslere bağlı ishallDevamını oku

    Norwalk ve Norwalk benzeri virüsler SRSVs (Small Round Structured Viruses) olarak da tanımlanan virüslerdir. Üretilemeyen ancak serolojik testlerle ve elektron mikroskop ile teşhis edilen bu virüslerin sebep olduğu besin zehirlenmeleri giderek daha fazla tanınmaktadır.

    Norwalk virüslere bağlı ishaller her yaşta görülebilirse de büyük çocuk ve erişkinlerde daha sık rastlanırlar. 50 yaş grubu insanların yarıdan fazlasında Norwalk virüse özgü antikorlar tespit edilmiştir. Her mevsimde ortaya çıkabilirler.

    Okullarda salgın yapabilir, su, yiyecekler ve doğrudan temasla bulaşabilirler. Özellikle kabuklu deniz ürünleri virüsleri içinde barındırdığından önemli bir enfeksiyon kaynağıdır. Kuluçka dönemleri 1-2 gündür. Başlıca klinik bulgular bulantı, kusma, ishal, kramp tarzında karın ağrısı, baş ağrısı, hafif ateş ve halsizliktir. Oluşan tablo 24-48 saat içinde kendiliğinden düzelmektedir.

    Daha az gör
  4. Rotavirüsler

    Reovirüs ailesinden çift sarmal RNA içeren virüslerdir. “Rota” Latincede “tekerlek” anlamına gelmektedir. Rotavirüs de elektron mikroskobunda tekerlek gibi göründüğünden kendisine bu ad verilmiştir. Rotavirüsler A’dan G’ye kadar harflerle gösterilen gruplara ayrılmıştır. İnsanda yalnızca A, B ve C gDevamını oku

    Reovirüs ailesinden çift sarmal RNA içeren virüslerdir. “Rota” Latincede “tekerlek” anlamına gelmektedir. Rotavirüs de elektron mikroskobunda tekerlek gibi göründüğünden kendisine bu ad verilmiştir. Rotavirüsler A’dan G’ye kadar harflerle gösterilen gruplara ayrılmıştır. İnsanda yalnızca A, B ve C grubu rotavirüsler gösterilmiştir. Gastroenterit salgınlarına en sık A grubu rotavirüsler sebep olurlar. A grubunun 14 serotipi olup, insanlardaki hastalıkların çoğundan ilk dört serotip sorumludur.

    Rotavirüsler, dezenfektanlara ve sabunlara görece dirençli olup klor ve klor dioksit içeren bileşiklere duyarlıdırlar. Mide asidi karşısında kolayca inaktive olurlar. Sularda, havuzlarda, eller ve eşyaların üzerinde uzun süre yaşayabildiklerinden salgın oluşturmaları kolaylaşır.

    Rotavirüsler gelişmekte olan ülkelerde çocukluk çağı ishallerinin en sık etkeni olup, ishale bağlı ölümlerin %10-20’sinden sorumludurlar. Dünyada her yıl 2 milyondan fazla hasta yatışına ve 400-600 bin çocuğun ölümüne neden olmaktadır. Rotavirüs ishalleri; daha çok kış mevsiminde olmak üzere soğuk aylarda görülmekte ve hastanede yatmayı gerektiren ishallerin yarısını oluşturmaktadırlar. Rotavirüsler anneden geçen antikorlar nedeniyle yenidoğanlarda ve 5 aylığa kadar olan bebeklerde pek görülmedikleri halde, en sık 6-24 aylık çocuklarda ishale yol açarlar.

    Anne sütünde rotavirüse karşı antikorlar bulunduğundan anne sütü ile beslenen bebeklerde bu enfeksiyon çok seyrektir. Rotavirüsler kreş ve çocuk yuvalarında tekrarlayan ishallere sebep olur. Su kaynaklı ishal salgınları ortaya çıkabilir. Enfekte bebeklerle yakın temasta bulunan erişkinlerin yarısı enfeksiyonu alır ve 1/3’inde ishal görülür.

    Kuluçka süresi ortalama 2 gündür. Bulaştırıcılık dönemi ishalden önce başlayıp, ishal süresince ve ishal durduktan sonra da 2-10 gün boyunca devam eder. Rotavirüs ishali hafif ateş, kusma ve bol sulu dışkılama ile başlar. Dışkıda kan ve mukus bulunmaz. Kusma ortalama 2-3 gün, ishal 4-5 gün sürer, nadiren kronikleşir. Kusma, dehidratasyon ve asidoz hastane tedavisini gerektirir. Malnutrisyonlu çocuklarda hastalık daha ağır seyreder. Bağışıklık yetmezliği olanlarda karaciğer hasarı gelişir.

    Rotavirüs enfeksiyonları genellikle kendiliğinden iyileşirse de nadiren bazı çocuklarda aseptik menejit, ani bebek ölümü sendromu ve Crohn hastalığı gibi komplikasyonlar bildirilmiştir. Daha çok gelişmekte olan ülkelerde ağır dehidratasyon sonucu ölümler görülebilir. Tedavide öncelikle sıvı-elektrolit bozukluğu düzeltilir. Beslenmeye hiç ara verilmemelidir. Yüksek glikoz, düşük sodyum içerikleri ve yüksek osmolaritesi nedeniyle hazır meyve suları ve diğer içecekler önerilmez. Antibiyotiklerin ve ishal durdurucu ilaçların pek yararı yoktur.

    Korunma:

    • İshal tamamen kesilinceye kadar tuvaletler ve çocuk bezleri dezenfekte edilmeli,
    • Mümkünse tek kullanımlık çocuk bezleri kullanılmalı,
    • Kirlenen yüzeyler su ve sabunla yıkanmalı,
    • Bebeklerin anne sütü ile beslenmeleri sağlanmalıdır.
    • Rotavirüs enfeksiyonlarına karşı monovalan ve pentavalan aşılar mevcuttur. Oral yolla alınan bu aşıların etkinliği %70-100 civarında olup rotavirüse bağlı orta ve ciddi ishalden %100 koruduğu bildirilmektedir.
    Daha az gör
  5. Vücudun en geniş mukuzal yüzeyi ve en büyük lenfoid organı olmaları nedeniyle bağırsaklar, virüslerin çoğalması için uygun bir ortam oluştururlar, ancak çoğu enterik virüsler bağırsakta önemli bir hastalığa sebep olmazlar. Bağırsakların içinde üreyen bazı virüsler hiç hastalık oluşturmazken, polioviDevamını oku

    Vücudun en geniş mukuzal yüzeyi ve en büyük lenfoid organı olmaları nedeniyle bağırsaklar, virüslerin çoğalması için uygun bir ortam oluştururlar, ancak çoğu enterik virüsler bağırsakta önemli bir hastalığa sebep olmazlar. Bağırsakların içinde üreyen bazı virüsler hiç hastalık oluşturmazken, poliovirüs gibi bazı virüsler ise başka organları tutarlar.

    Viral gastroenteritler, gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkelerde önemli bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedirler. Gelişmekte olan ülkelerde sadece rotavirüs enfeksiyonlarının yılda 1 milyon insanın ölümüne neden olduğu bildirilmektedir.

    Gastroenterite yol açan başlıca virüsler:

    • Rotavirus
    •  Pestivirus
    • Calcivirus
    • Enterik Adenovirus
    • Parvovirus
    • Coronavirus
    • Norwalk virus
    • Bredavirus vd.dir
    • Astrovirus
    Daha az gör
  6. Kolera

    Kolera, insanlara su ve besinlerle sindirim kanalından bulaşan, kusma ile başlayıp, şiddetli ishal ile seyreden bir ince bağırsak enfeksiyonudur. Yaptığı büyük salgınlar ve bu salgınlarda görülen yüksek ölüm oranları ile eski çağlardan beri tanınan bir hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında 1Devamını oku

    Kolera, insanlara su ve besinlerle sindirim kanalından bulaşan, kusma ile başlayıp, şiddetli ishal ile seyreden bir ince bağırsak enfeksiyonudur.

    Yaptığı büyük salgınlar ve bu salgınlarda görülen yüksek ölüm oranları ile eski çağlardan beri tanınan bir hastalıktır. Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında 140 000 vaka ve 5000 ölüm rapor etmiş olup bu olguların %87’si

    Afrika kıtasındandır. Kolera hastalığının etkeni Vibrio cholerae bakterisidir. Vibriyonların dış etkilere karşı direnci az olup 55˚C’de 10-15 dakikada, kaynama derecesinde ise 1-2 dakikada ölürler. Kuruluğa, güneş ışığına ve asitlere hiç dayanamazlar. Mide asiditesi vibrionları kısa sürede inaktive eder ki bu durum birçok insanı koleraya yakalanmaktan korur.

    Vibrionlar çeşitli eşya ve besinler üzerinde birkaç saat ile birkaç gün arasında canlı kalabilirler. Temiz çeşme, nehir ve göl sularında haftalarca canlı kalabilmelerine karşılık bakterilerden zengin nehir, deniz ya da kanalizasyon suları içinde birkaç günden fazla yaşayamazlar.

    İnsandan insana, hasta veya portör dışkıları ile enfekte olmuş içecek ya da yiyeceklerle bulaşır. Kontamine çiğ yenen sebze ve meyveler, mid ye ve istiridye gibi deniz ürünleri ile içme ve kullanma suları hastalığın yayılmasında önemli rol oynarlar. Ayrıca karasinek ve hamamböcekleri de yiyecekleri kontamine ederler.

    Kolera fekal-oral yolla bulaşan diğer hastalıklar gibi;

    • Alt yapısı yetersiz olan, içme ve kullanma sularının kanalizasyon sularına karıştığı,
    • Sularının sık sık kesildiği,
    • Tuvalet atıklarının arıtma işleminden geçirilmeden akarsu, deniz ve göllere boşaltıldığı,
    • Kişisel hijyen kurallarının uygulanmadığı ve
    • Sosyo-ekonomik yönden gelişmemiş ülkelerde büyük salgınlara yol açmaktadır.

    Kolera vibriyonlarının doğal kaynağı insanlardır. Ayakta gezen atipik ve hafif olgular hastalığın yayılmasına neden olur. Salgınlar genellikle deniz seviyesinden fazla yüksek olmayan yerlerde, yağışlı, nispi nem ve hava sıcaklığının yüksek olduğu mevsimlerde, akarsuların ve kanalların geçtiği bölgelerde daha fazla ortaya çıkar.

    Duyarlı bir kişide kolera oluşabilmesi için yeterli sayıda etkenin ağız yoluyla alınması gerekli olup, bu miktar ortalama 10 milyon – 1 milyar vibriyondur. Fizyolojik bir bariyer olan mide asiditesi herhangi bir sebeple zayıflar ve vibriyolar bu engeli aşarlarsa kendileri için elverişli bir ortam olan duodenum ve ince bağırsaklara ulaşırlar. Kolera vibriyonlarının insan vücudunda yerleşip çoğaldıkları organ ince bağırsaktır. Komşu organlara ve kan dolaşımına geçmezler.

    Kuluçka dönemi birkaç saat ile 7 gün arasında değişmekte olup ortalama 2-3 gündür. Hastalık tablosunun oluşumundan, vibriyonların salgıladığı bir enterotoksin (kolerajenik toksin) sorumludur. Kişiler sıhhatte iken, boşalır gibi bir kusma, karın ağrısı ve boşalır gibi ishal (diyare) ortaya çıkar. Hasta tuvalete gitmeye fırsat bulamaz. Zamanla kusmuk ve dışkının miktar artar, renkleri açılır ve pirinç yıkantı suyu görünümü alırlar. Hastalar günde 8-10, hatta 15 litre sıvı kaybedebilir. Kusmalar nedeniyle ağızdan sıvı ve katı besin almak imkânsızlaşır. Bu durumdaki hastalara damar yolu açılarak derhal elektrolitli serum uygulanması gerekir.

    Ağır olgularda teşhis oldukça kolaydır. Çünkü sağlıklı bir kişiyi 4-8 saat gibi oldukça kısa sürede şok ve ölüme götürebilen başka bir ishal tablosu yoktur. Tedavi edilmeyen ağır olgularda ölüm oranı %50’ye kadar çıkabil mektedir. Koleraya bağlı ölümler genellikle ilk 18 saat içinde gerçekleşmektedir. Oysa kaybedilen sıvı ve elektrolitler hızlı bir şekilde yerine konur ise hastalar 1-2 gün gibi kısa bir süre içinde şifa bulabilirler.

    Korunmada hijyenik önlemler çok önemlidir.

    • Kolera salgını olan yerlerde içme suları kesinlikle kaynatılmadan içilmemelidir.
    • Şehir şebekesindeki sular bilimsel olarak klorlanmalıdır. Kuyu ve akarsulardan sağlanan sular dezenfekte edilmelidir.
    • Sodyum hipoklorit, çamaşır sularının içinde ortalama %5 oranında bulunmaktadır. Bu tür çamaşır sularından 1 lt suya 2-3 damla; ya da 1 teneke suya 1 çorba kaşığı ilave etmek içme sularının dezenfeksiyonu için yeterlidir.
    • Çiğ sebze ve meyveler önce 1/5000’lik permanganat solüsyonunda 15 dakika veya sodyum hipoklorit solüsyonunun 10 kat yoğun hazırlanmışında yarım saat bekletilmeli ve daha sonra iyice yıkandıktan sonra yenilmelidir.
    • Kanalizasyonlar ile irtibatlı deniz, göl ve nehirlerden sağlanan midye, istiridye ve balık gibi su ürünleri de bulaşmada önemli rol oynarlar.
    • Ayrıca sinek ve hamamböceklerine karşı etkili mücadele yapılmalıdır.
    • Salgınlar sırasında topluma, hastalığın bulaşma yolları hakkında bilgi verilmeli,
    • İnsanlara, karışık gıda tüketmemeleri, alkollü içecek almamaları önerilmelidir.
    • Portör taraması yapılmalı, portör olarak kabul edilen kişilere bir günde oral yolla 8 g streptomisin verilerek bulaştırıcılıkları engellenmelidir.
    • Büyük salgınlarda okulların kapatılması, gereksiz seyahatlerin önlenmesi ve koleralı bölgeye gidip gelenlerin ülke sınırlarında ciddi şekilde kontrol edilmeleri sağlanmalıdır.
    • Salgın esnasında asitli içecekler, radyasyondan geçirilmiş gıdalar, pişirilmiş, pastörize edilmiş veya konserve gıdaların tüketilmesinde sakınca yoktur.
    • Halen kullanılmakta olan kolera aşısı, ısı ile öldürülmüş vibriyonların, fenollü tuzlu su süspansiyonu olup bir mililitresinde 8 milyar bakteri bulunur.
    • Cilt altına ya da adale içine olmak üzere 3-4 hafta ara ile 2 kez uygulanır.
    • Aşıdaki antijen ölü bakterilerden yani endotoksinlerden oluşmasına karşılık, hastalık bir ekzotoksin olan kolerajenik toksin ile oluştuğundan aşının koruyucu etkisi zayıftır ve ancak %30-80 vakada koruyucu olur. Koruma süresi 3-4 ay olup rutin olarak uygulanmamaktadır.
    Daha az gör
  7. Kampilobakteriyoz dünyanın her yerinde görülebilen bir hastalık olup, ishal ya da sistemik enfeksiyon olarak karşımıza çıkmaktadır. İshale yol açan kampilobakterler içinde en önemlileri Campylobacter jejuni ve Campylobacter coli’dir. Bağırsak dışı kampilobakter enfeksiyonlarında ise en sık etken CamDevamını oku

    Kampilobakteriyoz dünyanın her yerinde görülebilen bir hastalık olup, ishal ya da sistemik enfeksiyon olarak karşımıza çıkmaktadır. İshale yol açan kampilobakterler içinde en önemlileri Campylobacter jejuni ve Campylobacter coli’dir. Bağırsak dışı kampilobakter enfeksiyonlarında ise en sık etken Campylobacter fetus’tur.

    Campylobacter türleri kuruluğa ve dondurucu soğuğa dayanıksızdır. Su, süt ve diğer besinlerde +4˚C’de birkaç hafta yaşarlar. Su dezenfeksiyonu için kullanılan klor konsantrasyonlarına ve pastörizasyona dayanıksızdırlar.

    İnsanlara az pişmiş kontamine etler, kontamine sular ve çiğ süt ile bulaşır. Gelişmiş ülkelerdeki münferit olguların %50-70’inden az pişmiş kümes hayvanı etleri sorumludur. Enfekte hayvanların çıkartıları toprak ve suyu kontamine eder. İnsanlar kontamine su ve besinleri tüketerek enfeksiyonu alırlar. Dezenfekte edilmemiş su ve pastörize edilmemiş süt tüketimi salgınlara neden olabilir. Evde beslenen kedi ve köpekler de doğrudan temas yoluyla bu enfeksiyonu bulaştırabilirler.

    Dünyadaki tüm ishaller arasında %1-14 oranında görülme sıklığına sahip olan kampilobakter ishallerine en sık yaz ve sonbaharın ilk aylarında rastlanır. Gelişmekte olan ülkelerde daha çok 5 yaşından küçük çocuk larda görülen enfeksiyona, gelişmiş ülkelerde salmonella ve şigella enfeksiyonlarından 2 kat fazla sıklıkta rastlanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bakterinin dışkı ile atılımı 2-3 hafta devam eder.

    Campylobacter jejuni, genellikle kendini sınırlayan bir enfeksiyona neden olur; olguların %10-20’sinde belirtiler 1 haftadan daha uzun sürer ve hekime başvurmayı gerektirebilir. Oluşan enfeksiyon ateş, baş ağrısı, halsizlik ve adale ağrılarıyla başlayıp, kramp tarzında karın ağrısı ve ishal ile devam eder. Aşırı sulu veya kanlı-mukuslu dışkılama ortalama 5-7 gün sürer. Diğer Campylobacter türleriyle oluşan enfeksiyonlar daha hafif seyirlidir.

    Diğer ishallerde olduğu gibi hastalara sıvı ve elektrolit verilmesi tedavinin ana basamağını oluşturur. Yüksek ateşi, kanlı ishali veya günde 8’den fazla dışkılaması olup genel durumu giderek kötüleşen hastalar antibiyotik tedavisine alınır. Bağırsak hareketlerini azaltan ya da durduran ilaçların verilmesi uygun değildir.

    Korunma:

    Hayvan (özellikle kümes hayvanı) kaynaklı besinler pişirilmeden önce mutlaka çok iyi yıkanmalıdır. Sular uygun şekilde klorlanmalı, pastörize edilmemiş sütler tüketilmemelidir

    Daha az gör
  8. Yersinia enterocolitica, gastroenterite neden olan önemli bir bağırsak patojenidir. Bu bakterinin doğal kaynağı kemiriciler, domuz, koyun, sığır, kedi ve köpektir. Hastalığın hayvanlardan insana geçişinde en önemli rolü evcil köpekler oynamaktadır. Kuzey Avrupa ülkelerinde ise iyi pişirilmemiş domuzDevamını oku

    Yersinia enterocolitica, gastroenterite neden olan önemli bir bağırsak patojenidir. Bu bakterinin doğal kaynağı kemiriciler, domuz, koyun, sığır, kedi ve köpektir. Hastalığın hayvanlardan insana geçişinde en önemli rolü evcil köpekler oynamaktadır. Kuzey Avrupa ülkelerinde ise iyi pişirilmemiş domuz eti en önemli geçiş yoludur.

    Yersinia enterocolitica, hayvanlardan, taşıyıcılardan veya çevreden bulaşmış su, süt, süt ürünleri, et, sebzeler, vb. aracılığı ile ağız yoluyla alınmak suretiyle insanlara geçer. Bakterinin +4 ˚C’de üreyebilme özelliği ne deniyle buz dolabında saklanan enfekte etler, bulaştırıcılık açısından çok önemlidir. Bu nedenle Y. enterocolitica’ya bağlı besin kaynaklı salgınlar daha çok kış aylarında görülmektedir.

    Hastalık oluşabilmesi için en az bir milyar mikroorganizmanın ağız yolu ile alınması gerekir. Etken oral alımı takiben 2-11 gün sonra ince bağırsağın son bölümündeki lenf dokusu içinde çoğalarak o bölgede kanlanmaya ve ülserlere sebep olur; bağırsak duvarında iltihabî değişiklikler ve kalınlaşma meydana gelir. Y. enterocolitica’nın neden olduğu ishal, 5 yaş altındaki çocuklarda ağır seyreder. Yüksek ateş, karın ağrısı ve ağır dehidratasyon (vücutta su eksikliği) görülebilir. Hastalık, bu bulgular nedeniyle apandisitle karışır. İshal en az 2 hafta sürer, belirtiler geçtikten sonra dışkı ile bakteri atılması haftalarca devam eder.

    Korunma:

    Fekal-oral bulaşma olduğundan, diğer bağırsak enfeksiyonları için önerilen tedbirler alınmalıdır. El yıkamaya özen gösterilmeli, çiğ et tüketilmemeli ve içme suları klorlanmalıdır.

    Daha az gör
  9. Tifo, Salmonella typhi bakterisinin sebep olduğu yüksek ateş, baş ağrısı, karın ağrısı, şuur bulanıklığı gibi belirtilerle karakterize, insanlara özgü, sistemik bir enfeksiyon hastalığıdır. Paratifo ise Salmonella paratyphi A, B ve C bakterilerinin yol açtığı, semptomların tifoya benzer ancak daha hDevamını oku

    Tifo, Salmonella typhi bakterisinin sebep olduğu yüksek ateş, baş ağrısı, karın ağrısı, şuur bulanıklığı gibi belirtilerle karakterize, insanlara özgü, sistemik bir enfeksiyon hastalığıdır. Paratifo ise Salmonella paratyphi A, B ve C bakterilerinin yol açtığı, semptomların tifoya benzer ancak daha hafif olduğu klinik tablodur. Hastalık enfekte insanların idrar ve dışkıları ile kontamine olmuş gıda ve suların alınması ile bulaşır. Kanalizasyon sularının, içme ve kullanma sularına karışması sonucunda tifo salgınları görülür.

    Gıda işleriyle uğra şan portörlerden gıdalara bulaşarak da gıdayı tüketenler arasında salgınlar ortaya çıkabilir. Tifo; hastaların kullandığı bardak, havlu gibi eşyaların tutulması ile ellerle de bulaşabilmektedir. Sinekler ayaklarıyla tifo basillerinin gıda ve sulara bulaşmasında mekanik taşıyıcılık yaparlar. Dünyada yılda 17 milyon insanın salmonellalarla enfekte olduğu sanılmaktadır.

    Etken:

    Salmonella cinsi bakteriler ve bunların oluşturduğu enfeksiyonlara dünyanın hemen her yerinde rastlanmaktadır. Salmonella’lar 2-5 mikron boyunda, 0,7-1,5 mikron eninde, sporsuz kapsülsüz gram negatif basillerdir. Doğal yerleşim yerleri bağırsaklar olduğu halde; toprakta, dere, ırmak ve diğer su kaynaklarında da yaşarlar. Salmonella’lar geniş bir ısı aralığında (7˚C- 48˚C) ve geniş bir pH (4-8) aralığında ürerler. Ancak, en iyi üreme ısısı 37˚C ve en iyi üreme pH’ı 7,4’dür. Salmonella’lar çevre koşullarına oldukça dirençlidir.

    Yaklaşık olarak toprakta 360-480 gün, suda 20-200 gün, atık sularda 500-1000 gün, taze ette 14 gün, donmuş sütte 60-140 gün, peynirde 35-270 gün, tereyağında 105 gün, süt tozunda 590 gün, dondurmada 2500 gün, kurutulmuş yumurtada 4700 gün ve balık ununda 360 gün süreyle canlılıklarını koruyabilir; 65,5˚C de 37 saniyede, 74˚C’de 0,55 saniyede inaktive olurlar. Salmonella’lar doğrudan temas ettiklerinde dezenfektanlara çok duyarlıdırlar. Su dezenfeksiyonunda kullanılan klor konsantrasyonları, sulardaki Salmonella’ları öldürmeye yeterlidir.

    Klinik belirtiler:

    Hastalık; içinde bol miktarda bakteri bulunan su ve yiyeceklerin, çiğ veya az pişmiş olarak tüketilmesi sonucunda gelişir. Kuluçka süresi ortalama 10-14 gündür. Klasik tifo olgularında kırıklık, halsizlik, baş ağrısı ve yavaş yükselen ateş ile karakterize sinsi bir başlangıç görülür. İlk haftanın sonunda ateş 39-39,5˚C’ye ulaşır.

    İkinci hafta boyunca ateş yüksek seyreder, hasta dalgındır ve şuuru bulanıktır. Nabız sayısı ateşe paralel olarak artmaz (relatif bradikardi). Karında gaz toplanır, yüz soluk, dudaklar kuru ve çatlak, dil paslıdır. Hastaların yarıya yakınında ishal, yarıdan fazlasında ise kabızlık vardır.

    Üçüncü haftanın sonunda düşmeye başlayan ateş, dördüncü haftanın sonunda normale iner. Tifoda, paratifodan daha sık olmak üzere bazı komplikasyonlar görülür. Bunlar; bağırsak kanaması, bağırsak delinmesi, safra kesesi ve yolları enfeksiyonu, perikardit, miyokardit, arterit, osteomiyelit, orşit, karaciğer ve dalak apseleri, yumuşak doku enfeksiyonları vb. tablolardır. Tifoya bağlı ölüm oranı bugün için %1-2 civarındadır.

    Hasta olmadıkları veya hastalığı geçirdikleri halde dışkı ya da idrarlarında bakteri bulunan kişilere taşıyıcı denir. Taşıyıcılığın bir yıldan daha uzun süre devam etmesi durumunda kronik taşıyıcılıktan söz edilir. Antibiyotik tedavisi tifo ve paratifoda 14 gün, lokal organ enfeksiyonlarında ve kronik taşıyıcılığın giderilmesinde 4-6 hafta sürdürülür.

    Korunma:

    Tifodan korunmak için üretilen çeşitli aşılar bulunmasına rağmen, bunların koruyuculuğu %100 değildir. Tek başına aşıya güvenmek yanlıştır. Aşı gelişmekte olan ülkelere giderek kontamine su ve gıdalarla karşılaşacak olan kişilere, laboratuarda S. typhi ile çalışanlara ve kronik taşıyıcıların aile bireylerine uygulanabilir. Bu bakımdan salmonella enfeksiyonlarından korunma, kişisel hijyen kurallarının eksiksiz uygulanmasına, tüketilen su ve gıdaların temiz olmasına, sağlıklı bir atık giderim sisteminin kurulmasına, kronik taşıyıcıların tespit edilip tedavi edilmesine bağlıdır.

    Taşıyıcıların gıda ve su ile ilişkili işlerde çalışmaları engellenmelidir. Tifo hastalarının kullandığı tuvaletlerin dezenfekte edilmesi, bu hastalarla temastan sonra ellerin yıkanması da korunmada çok önemlidir. ABD’de 1920 yılında 36000 olan olgu sayısı, gıda hijyeni ve temiz su sağlanması gibi önlemler sayesinde 1968’den beri yılda yaklaşık 500 olguya kadar gerilemiştir.

    Daha az gör
  10. Gine kurdu hastalığı; büyük bir parazit olan Dracunculus medinensis’in yol açtığı, ağrılı ve düşkünlüğe yol açan bir enfeksiyondur. İnsanlar, Gine kurdu hastalığı için bilinen tek rezervuardır. Hastalık genellikle bacakta bir bül ile başlar. Erupsiyon geliştiğinde; kaşınma, ağrı, ateş, şişlik ve yanDevamını oku

    Gine kurdu hastalığı; büyük bir parazit olan Dracunculus medinensis’in yol açtığı, ağrılı ve düşkünlüğe yol açan bir enfeksiyondur. İnsanlar, Gine kurdu hastalığı için bilinen tek rezervuardır. Hastalık genellikle bacakta bir bül ile başlar. Erupsiyon geliştiğinde; kaşınma, ağrı, ateş, şişlik ve yanma hissi olabilir. Enfekte kişiler ağrıyı dindirmek için genellikle ayaklarını suya sokarlar. Ayakların su içinde olması, Gine kurdunun binlerce larvasını suya bırakmasına imkan sağlar.

    Su biti (cyclops) tarafından alınan larvalar, iki hafta içinde gelişerek infektif hale gelirler. İnsanlar bu suyu içtiklerinde cyclops mide asidinin etkisi ile açılır, içindeki larvalar cilt altı dokusuna göç ederler. Bir yıl kadar sonra ciltte bül oluşur, bu süre zarfında 1 m uzunluğa kadar erişen olgun parazit buradan dışarı çıkarak hayat döngüsüne devam eder.

    Sağlık hizmetine ulaşamayan ücra bölgelerde yaşayan insanlarda ülserlerin iyileşmesi birkaç haftayı bulabilir. Hastalarda ülserler bakterilerle enfekte olabilir; eklemlerde hareket kısıtlılığı, ağrı ve bacaklarda kontraktürler görülebilir. Endemik bölgelerdeki tarımsal çalışmalar esnasında işçiler korunmasızdır.

    Gine kurdu hastalığı, 20. yüzyılın başlarında sulu tarımla uğraşan kırsal bölgelerde ve özellikle Afrika ve Asya’daki pek çok ülkede yaygındı. 1950’lerde olgu sayısının 50 milyon civarında olduğu tahmin ediliyordu. Uluslararası komite ve ilgili ülkelerin yoğun çalışmaları sayesinde 1999 yılında 96 000 olguya kadar gerilemiştir ki, bu olguların da üçte ikisi Sudan’dadır. Hastalık; su kaynaklarının ıslahı ve güvenli su sağlanması gibi tedbirler sayesinde İran ve Suudi Arabistan gibi pek çok ülkede ortadan kaldırılmıştır.

    Korunma:

    Dünya Sağlık Örgütü bu hastalığın eradikasyonu için sağlık eğitimi, hastalığın yayılmasını önleme, yeni vakaların tespiti ve tedavisi, sağlıklı su sağlanması, su kaynaklarının kimyasallarla muamale edilmesi ve kaynak sularının filtreden geçirilmesine yönelik programlar uygulamaktadır.

    Daha az gör