Kaydol

Soru sormak, insanların sorularını yanıtlamak ve diğer insanlarla bağlantı kurmak için sosyal sorularımıza ve Cevap Motorumuza kaydolun.

Oturum aç

Soru sormak ve insanların sorularını yanıtlamak ve diğer insanlarla bağlantı kurmak için Su Arıtma Sorular & Cevaplar Motorumuza giriş yapın.

Şifremi hatırlamıyorum

Şifreni mi unuttun? Lütfen e-mail adresinizi giriniz. Bir bağlantı alacaksınız ve e-posta yoluyla yeni bir şifre oluşturacaksınız.


Üzgünüz, soru sorma izniniz yok, Soru sormak için giriş yapmalısınız.

Lütfen bu sorunun neden bildirilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.

Lütfen bu cevabın neden bildirilmesi gerektiğini kısaca açıklayın.

Lütfen bu kullanıcının neden şikayet edilmesi gerektiğini düşündüğünüzü kısaca açıklayın.

GA Su Arıtma Cihazları En sonuncu Nesne

Alkali ve Organik Beslenmenin Faydaları – Antibiyotik Savaşları

Alkali ve Organik Beslenmenin Faydaları – Antibiyotik Savaşları

Antiboyotik Savaşları

Herkese merhaba, bugün size yakın bir gelecekte, Antibiyotiklerin, bedenimiz için nasıl bir kıyamete dönüşeceğinden bahsedeceğiz.  Birçok uzman makro evrende dünyanın da dahil olduğu pek çok gezegende, canlılar olduğunu söyler. Hatta geçenlerde Amerika’da ufoları kabul etmişti.

İşte bu uzmanlar bir şey daha söylüyor insan bedeni de mikro evrendir Haklı olabilirler mi? İşte o mikro evrende yani insan bedeninde, bugün adına antibiyotik dediğimiz, bakteriyel bir ordu kuruluyor desek mesela? milyonlarca insanı öldürecek, sinsi bir Ordu! Olabilir mi? Olamaz mı? Fransız kimyacı Louis Pasteur, kendileri, mikrobiyolojinin kurucusu olurlar. Mikroorganizma dendiğinde, bakteriler, virüsler, protozoonlar, mantartar gibi şeyler anlaşılır. İşte bu mikroorganizmalar, yani bakteriler belki de evrendeki en küçük, ayrıca en eski canlılar olarak bilinir.

1999 Yılında Namibya kıyılarında, araştırma yapan bilim insanları Sülfür incisi isimli bir bakteri keşfetti 0,75 milimetre büyüklüğündeydi ve dünya tarihinde ise en büyük bakteri olarak kabul edildi. Ne kadar küçük olduklarını varın siz buradan hesap edin. Bakteriler dünyamızda o kadar eskiydi ki, dinozorlardan bile önce onlar vardı. Hatta sadece dünyamız değil, tüm evrende her zaman varlardı.

2011 yılında ABD ulusal havacılık ve uzay dairesi NASA bilim insanı Richard Hover Dünya’ya düşen göktaşlarının içinde bakteriler, bulduklarını açıklamışlardı, bu küçük yaratıklar kendi içlerinde çok eski bir genetik yapıya sahip oldukları için kendilerinden sonra gelen tüm canlılarla ve dolayısıyla, insanlarla bir bağışıklık sistemi edinmişlerdir. Ve en uzun şekilde hayatta kalabilmenin formülünü kendi genetik kodlarına saklamışlardır.

Günümüzde bakteri deyince birçok insan onları vücudumuzu sarmış küçük canavarlar olarak görür, ama bu doğru değildir. Bilim insanlarına göre insan vücudunda 100 Trilyon kadar bakteri vardır. Bu bakterilerin ise %82’si dost bakterilerdir. İşte bu dost bakteriler bizim hayatta kalmamız için savaşan fedakar varlıklardır.

Dost bakteriler kiminle savaşıyorlar

İşte asıl canavar sınıfına giren bakterilerle. Canavar bakteriler insan vücudunda fazlalaşmaya başladığında insanın sağlık dengesi bozuluyor ve hasta oluyoruz. Hatta öyle ki bu bakterilerin azılı suçlu olanları tıpkı günümüzde sıkça duyar olduğumuz gibi, darbe yapabilir. Yönetimi ele geçirebilir… Ve hatta sizi öldürebilir… Günümüzde halen yoğun bakteri enfeksiyonu sebebiyle yüzlerce insan ölmektedir. Ama çok şükür ki bakterilerle mücadele etmesi için müthiş bir Silah geliştirildi. ANTİBİYOTİKLER! Antibiyotiklerin insan hayatına girmesi ile. Sağlık tarihi adeta yenide yazıldı.

Deyim yerindeyse sağlık medeniyetinde bir devrim oluşturuldu. Bilim insanlarına göre keşfedildiği ve kullanılmaya başladığı günden bugüne kadar antibiyotikler sayesinde yüzlerce insanın hayatı kurtuldu. Peki, nasıl oluyordu bu? Cevap aslında çok basit. Antibiyotikler adeta birer cyborg savaşçı gibiydi. Canavar antibiyotikler ve cyborg savaşçı antibiyotikler karşılaştığında. Kim kazanacak diye bir durum aslında söz konusu değildir. Çünkü her zaman cyborg antibiyotikler kazanır. Elbette bu savaştan kaçan, saklanan, pusuya yatan bazı canavar antibiyotiklerde olabilir. Onları da vücudumuzun bağışıklık sistemi, adeta bir keskin nişancı gibi bulur ve yok eder.

Peki, sizce cyborg antibiyotikler bunu nasıl yapıyor olabilir?

Vücuda ilk girdiklerinde, çok komplike bir şekilde ilerlerler. Büyük bir kısmı olayın merkezine gider, yani DNA’mıza… Çünkü zararlı canavar bakterilerinde, Üreme yeri burasıdır. Cyborg antibiyotikler ilk önce, üreme merkezlerini yok eder. Diğer ekip ise vücudumuzun bağışıklık sistemi ile birlikte, başka yerlerimizde karargah kurmuş olan, canavar bakterileri bulurlar. Çoğunu boğarak ve dış kabuklarını delerek yok ederler.

Makalenin başında insan vücudunun Mikro evren olduğunu söylemiştik, işte bu mikro evrende, canavar bakteriler çok eski çağlardan gelen, bir genetik hafızaya sahip olduğu için, Savunma güçlerini de geliştiriyorlar. Yani, antibiyotiklere karşı yeni direnç silahları geliştirebiliyorlar. Yani içimizde canavar bakteriler, yepyeni Ordu kuruyor olabilir… Olsun fark etmez! Çünkü, İnsan vücudu doğası gereği, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, canavar bakteriler ile baş edebilir…

Ahhh!!! Pardon!!!! O eskidendi….

Çünkü artık GDO’lu gıdalar, Chemtrail ile uçaklardan atılan zehirler, Sürekli yapay kimyasal ilaçlar, evlerimizde kullandığımız kimyasal diş macunları, deterjanlar, temizlik sıvıları, soluduğumuz havaya püskürtülen birçok kimyevi gaz sayesinde insan vücudunun dengesi yerle bir edilmiş durumda.

Malumunuz günümüzde et, en vazgeçilmez besin kaynaklarından bir tanesi, ancak ne yazık ki, onlarda insan gibi, bakterilerden daha fazla antibiyotik istilasina uğramış durumdalar. Son derece sağlıksız koşullarda yetişen pek çok hayvan, kesim zamanına kadar dirençleri en üst seviyede tutulsun diye antibiyotik deposu olarak kullanılıyor.

Ancak tüm bu hayvanların bedenlerinde yaşayan canavar bakteriler, kendilerini dönüştürüyor. Ve direnç kazanmış birer savaşçı gibi, bedenlerinde kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla ve ne yazık ki canavar bakterilere dinç sağlayacak bir bağışıklık sistemine artık sahip değiliz. O nedenle canavar bakteriler her geçen gün, kendini yenileyerek karşımıza çıkmaya devam ediyor. İşte tam burada, antibiyotikler birer kurtarıcı olarak görülüyor.

Ama ne yazık ki, dünyadaki emperyalist yönetim sistemi sebebiyle birçok ülke antibiyotiğin adını bilmezken, pek çok ülkede ise antibiyotikler sorumsuzca ve bilinçsizce kullanılıyor. Oysa antibiyotikleri kullanmadan önce, vücudumuzun bağışıklık sistemini güçlendirmeliyiz. Çünkü eğer dediğimiz gibi antibiyotikler, Cyborg savaşçı ise, Alkali veya Organik beslenen insan vücudu, Ultra Cyborg bir sistem demektir. Alkali beslenme vücudun pH dengesini korumayı hedefleyen bir beslenme türüdür. Alkali beslenme nedir sorusunu şu şekilde açıklayabiliriz; tüketilen her gıda vücudumuzda toksin biriktirmemize neden olur. Vücudumuzun pH dengesine baktığımız zaman ise bu değerin 7.35 olduğunu görürüz. Asidik yiyecekler ise bu dengeyi bozar. Vücutta bulunan asidin artması ile birlikte kilo, halsizlik gibi problemler yaşanabilir. Alkali beslenmenin özü bu dengeyi korumaktır.

Daha Önce söylediğimiz gibi organik olmayan bir yaşam tarzı. Küresel baronların cepleri dolsun diye, bizlere sunulduğu için birçok hayvanın vücudundaki canavar bakteriler de bir şekilde insana transfer olmuş oluyor. Gerek insan vücudunda kendini geliştirmiş bakteriler, gerekse diğer canlılardan bize transfer olan bakteriler bir araya geldiğinde canavar bakterilerde birer, Cyborg savaşçıya dönüşmüş oluyor. Daha önce öldürülen akrabalarının, DNA yapılarını, izlerini bularak alabiliyorlar. Vücudumuzun içinde canavar bakteriler çiftleşerek, birbirlerindeki DNA yapılarını transfer edebiliyorlar.

Şöyle düşünün; canavar bakterilerden biri İronman olsun! Diğeri ise normal insan ikisi arasında bir çiftleşme olduğunda, güçlü olanın DNA’ları, diğer tarafa transfer oluyor ve diğer tarafın DNA’sını yeniliyor ve işlem bittiğinde, diğer tarafta İron Man’a dönüşmüş oluyor. Ve bu işlem sonuçlandığında hem vücudumuzun bağışıklığına hem de antibiyotiklere karşı direnç kazanmış oluyorlar. Yani kısaca antibiyotikler, en son çare olarak kullanılmalı ki, canavar bakteriler onlara karşı direnç kazanmasın.

Ancak günümüzde oldukça zeki olan canavar bakteriler, pek çok antibiyotik çeşidine karşı, direnç kazanmış durumda, hatta öyle ki, yapılan araştırmalarda bazı canavar bakterilerin, antibiyotiklerin DNA yapısını değiştirerek, kendilerine faydalı hale getirdiği de söyleniyor.

Yani aslında bazı antibiyotikler bazı zararlı bakterileri öldürmek yerine, aksine güçlendiriyor.

Peki, daha güçlü antibiyotikler yok mu? Veya yapılamaz mı? Elbette var ve yapılabilir!

Çünkü bilim her geçen gün gelişiyor!

Ancak bugün tıp Dünyası da kabul ediyor ki, çok ileri seviyede güçlü olan antibiyotikler, insanın başka hücreleri veya organlarına zarar verebiliyor. Hatta bakteri ayırmadan yok eden antibiyotikler ise insan vücudundaki yararlı bakterileri de toplu halde yok edebiliyor. Yani belki de çok kısa bir sürede, ANTİBİYOTİK KIYAMETİ yaşayabiliriz.

Sonuç olarak, doktorlarımızın hastanelerde, ısrarla antibiyotiklerden kaçınılması gerektiğini söylemesi, boşuna değil!.

Alkali beslenmenin faydaları nelerdir?

Sindirim ve bağışıklık sistemine birçok faydası olan alkali beslenmenin tüm faydaları şu şekildedir:

  • Vücuttaki toksinlerin azalması ile birlikte bağışıklık sistemi sağlığı desteklenir.
  • Obezite gibi problemlerin görülme sıklığı azalır.
  • Bölgesel yağlanma problemlerinin görülme sıklığı azalabilir.
  • Kemik sağlığı desteklenir.
  • Gün içinde daha enerjik olunur.
  • Alkali beslenmenin sindirime de faydası olduğu bilinmektedir. Alkali bazlı beslenme ile asidik bazlı beslenmenin neden olduğu mide sorunları önlenebilir.
  • Alkali seviyesi yüksek olan gıdaların düşük yağ içeriği sağlıklı bir şekilde kilo vermeyi destekler.
  • Alkali beslenme ile vücuttaki iltihap önlenebilir. Bu sayede eklem, sırt ve kas ağrıları olmak üzere birçok ağrı azaltılabilir.
  • Alkali diyet ile kanımızın pH seviyesinin düzenlenmesi kan basıncının düzenlenmesine, yüksek kolesterolün engellenmesine ve kalp hastalıklardan korunmaya yardımcı olur.
  • Alkali grubu gıdalar genel olarak sağlıklı gıdalar oldukları için hastalıklardan korunmayı desteklerler.

Alkali beslenmenin sindirime faydaları nelerdir?

Alkali beslenmenin faydalarından sonra alkali beslenmenin sindirime olan faydaları konusuna ayrı bir başlıkta yer vermekte fayda var. Bunun için ise asidik ve alkali beslenmenin vücut ve sindirim sistemi üzerindeki etkilerine bakmalıyız. Asidik olan besinler sindirim esnasında vücutta asit yükü bırakmaktadırlar. Fakat alkali beslenmeye ve alkali besinlere baktığımız zaman sindirim sistemini zorlamadıklarını ve yormadıklarını görürüz. Aşırı asidik beslenmede mide sorunlarının oluşabildiği bir gerçektir. Fakat buradan ‘’Tam anlamıyla alkali beslenilmelidir!’’ gibi bir sonuç çıkmamalıdır. Aradaki denge oldukça önemlidir.

Alkali ve asidik gıdalar birbirinden nasıl ayrılır?

Alkali ve asidik gıdaları birbirinden ayırmak için birçok liste bulunmaktadır. Bu listeye biraz sonra aşağıda da yer vereceğiz. Fakat alkali ve asidik gıdaları birbirinden şu mantıkla ayırmamız mümkündür; alkali gıdalar bazı bakliyatlardan, sebzelerden ve baharatlardan oluşmaktadır. Asidik gıdalar ise asitli içecekler, yapay tatlandırıcılar, paketli gıdalar ve işlenmiş gıdalardan oluşmaktadır. Tabii ki hem alkali hem de asidik gıdalar için istisnalar bulunmaktadır. Mesela limon asidik olmasına rağmen alkali değeri oldukça yüksek olan alkali bir gıdadır.

Alkali ve asidik besinler hangileridir?

Bazı alkali ve asidik besinler aşağıda verilmiştir:

  • Yüksek seviyeli alkali besinler: Karpuz, sebze suları, Japon eriği, mandalina, patates, spirulina, deniz yosunu, deniz tuzu, ahududu, Trabzon hurması, soğan, şeftali, maden suyu, lotus kökü, mercimek, limon, karbonat.
  • Orta seviyeli alkali besinler: Şalgam, tatlı mısır(taze), baharatlar, soya sosu, sivri biber, bezelye, yaban havucu, maydanoz, zeytin, hardal, şeker kamışı, mango, yer lahanası, kivi meyvesi, yosun, kambucha, lahana, yeşil yapraklı sebzeler, zencefil, sarımsak, hindiba, böğürtlen, karahindiba, kestane, kırmızı biber, kaju fıstığı, havuç, brokoli, kuşkonmaz, kayısı, elma.
  • Düşük seviyeli alkali besinler: Badem, elma sirkesi, elma, enginar, avokado, dolmalık biber, kahverengi pirinç, lahana, karnabahar, kiraz, kara lahana, patlıcan, yeşil çay, bal, pırasa, maya, papaya, şeftali, armut, turşu, patates, kabak.
  • Yüksek seviyeli asidik besinler: Mantar, pirinç, kuru meyve, maya, sirke, hardal, marmelat, reçel, bal, kakao, yapay tatlandırıcılar, tatlandırılmış meyve suyu, çay, kahve, peynir, süt, kabuklu deniz ürünleri, çiftlik balığı, yumurta, tavuk, et.

Alkali beslenme nasıl yapılır?

İşte birkaç basit alkali beslenme önerisi:

  • İşlenmiş gıdalardan uzak durulmalıdır.
  • Meyve ve sebzeler mevsiminde tüketilmelidir.
  • Mevsimi olmayan gıdalar için mevsiminde hazırlık yapılmalıdır. Mesela kışın marketten domates almak yerine mevsiminde yapılan domates sosu kullanılabilir.
  • Lokmalar mümkün olduğunca çok çiğnenmelidir.
  • Hamur işi yenmemeye çalışılmalıdır.
  • Sabah uyanıldığında 1 bardak Royal Green antioksidan alkali su içilebilir.
  • Soğuk sıkım zeytinyağı, ceviz, balık gibi sağlıklı yağlar tercih edilmelidir.
  • Organik beslenmeye özen gösterilmelidir; bu şekilde vitamin ve minerallerden etkili bir şekilde yararlanılabilir.
  • Sebzelerin pişince besin değerlerinin düştüğü unutulmamalı ve çiğ tüketmeye özen gösterilmelidir.
  • Günlük su miktarı mutlaka tüketilmelidir.
  • Yeterince yüksek pH’lı su tüketilmelidir. Alkali Yüksek pH’lı su elde etmek için Royal Green su arıtma şirketi ile iletişime geçebilirsiniz.
  • Kahve, çay, kola ve asitli içecekler tüketilmemelidir.

Not: Alkali seviyesi yüksek gıdalar ve alkali beslenme sağlıklı temellere dayanmaktadır. Fakat bu beslenme düzeni ile ilgili farklı görüşler olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. Birçok kişi alkali beslenme tarzını uygulamaktadır. Fakat alkali beslenmeye başlamadan önce mutlaka bir beslenme uzmanına danışılmalıdır.

Organik Beslenmenin Faydaları

Son 40 yıldan fazla zamandır yapılan çalışmalar gösteriyor ki organik ürünlerin besin değeri çok daha fazla. Hala yapılmakta olan araştırmalarda da vücudunuzun ihtiyacı olan vitaminleri daha etkili bir şekilde almanızı sağlıyor. Organik besinler zararlı tarım ilacı barındırmazlar hemen her gün yediğimiz gıdaların içerdiği zararlı kimyasallarla ilgili haberler okuyoruz. Bir ürünün organik olabilmesi için doğal olarak yetişmiş, toplanmış ve tüm sürecini tamamlamış olması lazım.  Zararlı kimyasal maddeler, böcek ilacı, bitki öldürücü, antibiyotik ve büyüme hormonları ise asla içermezler. Bunun yerine organik tarımla ilgilenen çiftçiler ekili alanlarında gübre ve doğal olarak üretilmiş böcek ilaçları gibi daha güvenli yöntemlerle ürünlerini ve hayvanlarını yetiştirirler.

Organik gıdalar geleneksel yollarla yetiştirildikleri, zararlı kimyasalları içermedikleri için çevreye de zarar vermezler. Organik tarım yiyeceklerin sağlıklı yetişmesi için ve çevreye zarar vermeyecek şekilde nöbetleşe ekimle yapılır. Bu dönemler toprakta bulunmayan kimyasallar toprağa ve suya aşılanmaz ve böylece yıllarca hasat yapabileceğiniz topraklarınız olur. Herhangi bir kimyasalı bünyesinde barındırmadığından organik ürünlerin raf ömrü kısa olur. Bu da birçok açıdan iyi olacak şekilde yerelde yetiştirilmeyi gereksindirir. Bu hem çevre için iyidir hem de ürünün pazara ulaşım aşamalarını kısaltır.

Organik besinler daha taze olur

Yapay koruyucular içermezler ve organik olmayan ürünlere kıyasla daha tazedirler. Kimyasallarla yetiştirilmiş ve bal mumuyla kaplanmış bir elma, rafta haftalarda tutulabilir. Dolayısıyla aldığınız ürünler her zaman taze olmayabilir. Ama organik elmanın raf ömrü oldukça kısadır, aldığınızda oldukça taze ve tatlıdır. Organik olmayan ürünler taşıdıkları kimyasallar ve koruyucular nedeniyle, besinden kaynaklanan E.coli virüsü ve bakterilerin vücudunuza aşılanmasına neden olur. Organik olmayan ürünlerde, organik ürünlerde görülenden daha fazla besin kaynaklı bakteri ve virüse rastlandığı bir gerçektir. Organik besinler daha lezzetlidir, organik ürünler çok daha lezzetlidir! Daha taze olmaları, kimyasal ilaçlamaya maruz kalmamaları da onları daha lezzetli yapan etkenler arasındadır. İkna olmadıysanız bir organik sebze alın ve organik olmayan sebzeyle kıyaslayın. Kesinlikle tatmin olacaksınız!

Benzer Yazılar

Yorum yap

Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekiyor.