Grup kuralları

Çevre mühendisliği, doğal kaynakların kullanımı ve insan sağlığına uygun çevre koşullarının yaratılması ile ilgili bilgilerin yer aldığı paylaşım ve iletişim Devamını gör
Çevre mühendisliği, doğal kaynakların kullanımı ve insan sağlığına uygun çevre koşullarının yaratılması ile ilgili bilgilerin yer aldığı paylaşım ve iletişim grubudur.Daha Az Gör

ODTÜ’den Marmara’da ‘müsilaj’ incelemesi: Oksijeni 2.5-3 saatte tükettiği bilimsel olarak kanıtlandı

Bakanlık ile ODTÜ’nün yürüttüğü projede yer alan bilim insanlarının Marmara Denizi’nin en derin noktasında yaptığı araştırmaya göre, müsilajın oksijeni 2.5-3 saatte tükettiği bilimsel olarak kanıtlandı.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünün ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü koordinasyonunda yürüttüğü Marmara Denizi Bütünleşik Modelleme Sistemi (MARMOD) Projesi’nde görev alan ve Marmara Denizi’nde müsilaj oluşumları ile ilgili çalışmalarına devam eden bilim insanları, ilk kez derin Marmara’da yani 100 metre ve ötesindeki müsilaj tabakalarını inceledi.

Haydarpaşa Limanı’ndan hareket eden Bilim-2 gemisinin ilk durağı Adalar’ın güneyindeki oşinografi istasyonu oldu. Burada ilk olarak tuzluluk, sıcaklık, derinlik, oksijen, bulanıklık, klorofil-a, ışık miktarını ölçen ve istenen derinlikten su örneği alabilen CTD Rozet Sistemi 100 metrelik derinliğe indirildi.

Ardından denize indirilen plankton ağı ile su kolonu içindeki müsilaj tabakasından örnek alındı. Taban çamurunun temin edilmesi amacıyla da çoklu karot örnekleyicisi olan ahtapot cihazı suya bırakıldı.

Alınan numuneler daha sonra gemi içindeki laboratuvarda incelendi ve yeni veriler elde edilmek üzere deneyler yapıldı.

Bilim-2 gemisinin ikinci durağı, Marmara Denizi’nin en derin noktalarından biri olarak bilinen Çınarcık Çukuru oldu. Bilim insanları, ilk kez 1210 metre derinlikte gerçekleştirdikleri çalışma kapsamında gerekli numuneleri alarak laboratuvarda inceledi.

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Yücel, yürüttükleri çalışmaya ilişkin yaptığı açıklamada, Bilim-2 gemisinin yaklaşık 3 haftadır Marmara Denizi’nde ara ara da Karadeniz’de çalışmalarını sürdürdüğünü hatırlattı.

‘1210 metrelik bir istasyon yaptık’

Doç. Dr. Yücel, “Bugün özellikle derin Marmara’ya yani 100 metre ve ötesine müsilaj tabakaları inmiş mi, inmişse etkisi ne olmuş, seferimizin şimdiki bölümü buna odaklanmaya başladı. Bugün 2 istasyon ziyaret ettik. Biri 100 metre, diğeri de Çınarcık Çukuru dediğimiz Marmara’nın en derin noktalarından birisi olan bir yerdeydi. 1210 metrelik bir istasyon yaptık” dedi.

‘İlk bulgularımız; 100 metre derinliğin özellikle üstteki 30 metresinde müsilajın yoğun olduğu, aşağıda olmadığı’

İlk bulgularını aktaran Dr. Yücel “100 metre derinliğin özellikle üstteki 30 metresinde müsilajın yoğun olduğu, aşağıda olmadığı. Dipteki sediman dediğimiz çökerleri örneklediğimiz yeni bir cihazımız var. Bununla üstteki sedimanın 50 santimetresini bozmadan alabiliyoruz. Bunu niye yapmaya çalıştık? Özellikle müsilaj tabana çökmüş mü? Çökmüşse etkisi ne olmuş? Hem görsel olarak müsilajın çökmediğini bulduk hem ağ örneklerimiz var, 30 metrenin içinin nasıl göründüğünü görüyoruz. O tip bir tabakanın, sediman yüzeyine oturmadığını bulduk. 100 metrelik istasyonda dip sularında bir miktar oksijen az da olsa var. O sistemi hala bir eşik noktasına yakın bir değerde tutuyor. Açıkçası şu an sedimanda yaptığımız analizlerde ciddi bir hidrojen sülfür birikim bulmadık özellikle 100 metrelik istasyonda” diye konuştu.

‘Tabandan aldığımız sediman örneklerinde de yüzeyinde hidrojen sülfür bulmadık, müsilaj da görmedik’

Çınarcık Çukuru’nda 1210 metrelik derinlikte yaptıkları çalışmanın bir ilk olduğunu dile getiren Doç. Dr. Yücel, şu bilgileri verdi:

“İlk defa Marmara’nın en derin noktasında deniz tabanında örnekleme yapma şansımız oldu. Onun sonuçları da şöyle; su kolonu boyunca Marmara Denizi’nin en derin noktalarından biri olan 45C dediğimiz bu istasyonun derin sularında bir hidrojen sülfür birikimi yok. Bunu 4 gün önce de doğrulamıştık, bunun tekrar böyle olmadığını gördük. Dolayısıyla o tip bir risk yok. Çok az bir oksijen hala Akdeniz suları ile Çınarcık Çukuru dediğimiz noktanın derin sularına giriş yapıyor. Sistemi biraz eşik değerin altında ama yine belli bir noktada tutuyor. Tabandan aldığımız sediman örneklerinde de yüzeyinde hidrojen sülfür bulmadık, müsilaj da görmedik.”

Bu örnekleme çalışmalarına devam edeceklerini anlatan Doç. Dr. Yücel, “Yaklaşık 25 istasyonda bu şekilde çalışacağız. Müsilaj tabana yayılmış mı bunu görmeye çalışacağız. Bugünün en önemli bulgusu müsilaj henüz 30-40 metre bandının ötesine geçmemiş, oralara çökmemiş. Biz aslında bunu iki noktada gösterdik, mümkün olduğunca diğer noktalarda da gözlemlemeye çalışacağız” ifadelerini kullandı.

‘Güney Marmara’da risk daha fazla’

Doç. Dr. Mustafa Yücel, özellikle bazı kıyı bölgelerde karışımın daha yüksek olduğu belki lokalize yerlerde 40-50 metre bandında müsilajın çöktüğünü sedimanda bulabileceklerini dile getirerek, şunları anlattı:

“Benim kişisel olarak düşüncem ve endişem, geçen haftaki seferlerimizin bir sonucu özellikle güney Marmara’da riskin biraz daha fazla olduğu yönünde. Orada biraz daha fazla oksijen kaybı bulmaya başladık. Özellikle bugünkü örneklemelerimizi orada da tekrarlayınca daha net bir şey söylemek mümkün olacak. En azından Kuzey Marmara’da müsilajın henüz 30 metrenin altına inmediğini görüyoruz. Bu, nispeten iyi bir haber. Dibe geçmesi demek Marmara için şöyle kötü bir haber olurdu, bu ilelebet orada kalacaktı ve bir oksijen faturası çıkaracaktı sisteme. Zaten bir nebze oksijeni kalmış Marmara’nın derinlerine yine bir yük getirecekti. Şu an böyle olmadığını gördük. Bunun ilerleyen haftalarda ve aylarda böyle olmayacağı anlamına gelmiyor. Gözlemlere devam edeceğiz.”

‘Bu deneylerde görünüyor ki müsilaj oksijeni 2.5-3 saatte tüketti’

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nde araştırmacı olarak görev yapan Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Mantıkçı da proje kapsamında denizdeki oksijen tüketimi üzerine araştırmalar yaptığını söyledi.

Adalar’ın güneyindeki oşinografik istasyondan aldıkları müsilaj örneği üzerinde deneyler yaptıklarını aktaran Mantıkçı, “Bu deneylerde görünüyor ki müsilaj oksijeni 2.5-3 saatte tüketti. Bu çok yoğun bir örnek ama bu deney şunu gösteriyor; müsilajlı su, oksijeni tüketiyor. Bunu çok net söyleyebiliriz” dedi.

Bu verinin deniz yaşamına etkisine ilişkin Mantıkçı, “Müsilaj deniz tabanını kaplarsa oksijenin tükenmesine, dolayısıyla belirli oksijen limitlerinde yaşayan canlıların da ortadan kaybolmasına sebep olur” değerlendirmesinde bulundu.

Marmara Denizi Koruma Eylem Planı

1-Marmara bölgesinde kirliliğin azaltılması ve izleme çalışmalarının yürütülmesi amacıyla; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ilgili kurum ve kuruluşlar, üniversiteler, sanayi odaları ve STK’lardan müteşekkil Koordinasyon Kurulu; Marmara Belediyeler Birliği bünyesinde ise Bilim ve Teknik Kurulu oluşturulacak. Kurul haftalık ve aylık toplantılarla; tüm çalışmaları ortak bir akılla ele alacak ve bu kurul sayesinde katılımcı bir süreci koordine edecek.

2-Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı üç ay içerisinde hazırlanarak çalışmalar bu plan çerçevesinde yürütülecek.

3-Marmara Denizi’nin tamamını koruma alanı olarak belirleme çalışmaları başlatılacak, 2021 yılı sonuna kadar tamamlanacak. Marmara Denizi’nin biyolojik çeşitliliğini de koruma altına alınacak.

4-Acil müdahale kapsamında 8 Hazirandan tarihinden itibaren, 7/24 esasıyla, Marmara Denizi’ndeki müsilajın bilimsel temelli yöntemlerle tamamen temizlenmesine yönelik çalışmalar başlatılacak.

5-Bölgede bulunan mevcut atık su arıtma tesislerinin tamamı ileri bölgede bulunan mevcut atık su arıtma tesislerinin tamamı ileri biyolojik arıtma tesisine dönüştürülecek. Atık suların ileri biyolojik arıtım yapılmaksızın Marmara Denizi’ne deşarjını engelleyici hedefler doğrultusunda çalışmalar yürütülecek. Önümüzdeki 3 yıl içinde atık su arıtma tesisleri dönüştürme çalışmalarını tamamlanacak.

6-Marmara denizine deşarj yapan atık su arıtma tesislerinin deşarj standartlarını 3 ay içinde güncellenecek ve bu standartlara uygun hale getirmelerini sağlanacak.

7-Arıtılmış atık suların mümkün olan her yerde yeniden kullanımı artırılacak, desteklenecek. Temiz üretim teknikleri uygulanacak.

8-Atıksu arıtma tesisleri gerektiği gibi işletmeyen Organize Sanayi Bölgeleri’nin rehabilitasyon ve iyileştirme çalışmalarıyla ileri arıtma teknolojilerine geçişi hızlandırılacak.

9-Atıksu arıtma tesislerinin yapımı ve işletilmesini çok daha kolay hale getirmek için kamu-özel sektör işbirliği modelleri hayata geçirilecek.

10Marmara Denizi’ne gemilerin atık sularının boşaltılmasının önlenmesine yönelik üç ay içerisinde düzenleme yapılacak.

11-Tersanelerde temiz üretim teknikleri yaygınlaştırılacak.

12-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan çalışmalar çerçevesinde; alıcı ortama deşarj yapan atık su arıtma tesislerinin tamamı 7/24 online izlenecek. Marmara Denizi’ndeki 91 izleme noktası 150’ye çıkarılacak. Türkiye Çevre Ajansı eliyle, Marmara Denizi’ne ilişkin tüm havzalardaki denetimler uzaktan algılama, uydu ve erken uyarı sistemleri, insansız hava araçları ve radar sistemleri kullanılarak artırılacak.

13-Marmara Denizi kıyılarını kapsayacak şekilde Bölgesel Atık Yönetimi Eylem Planı ve Deniz Çöpleri Eylem Planı 3 ay içerisinde hazırlanarak uygulamaya konulacak.

14-İyi tarım ve organik tarım uygulamaları ile basınçlı ve damlama sulama sistemleri yaygınlaştırılacak.

15-Marmara Denizi ile ilişkili havzalarda, dere yataklarına yapay sulak alanlar ve tampon bölgeler oluşturularak kirliliğin denize ulaşması engellenecek.

16-Zeytin karasuyu ve peynir suyu altı kaynaklı kirliliğin önlenmesi için atık su azaltımını gerçekleştirecek teknolojik dönüşümler yapılması zorunlu hale getirilecek.

17-Fosfor ve yüzey aktif madde içeren temizlik maddelerinin kullanımını aşamalı olarak azaltılacak. Organik temizlik ürünleri teşvik edilecek. Belediyelerimiz ve kurumlarımızla başlayarak kademeli olarak kentsel temizlik işlemlerinde organik temizlik ürünleri kullanımı yaygınlaştırılacak.

18-Marmara Denizi’ndeki tüm hayalet ağlar Tarım ve Orman Bakanlığı vasıtasıyla 1 yıl içerisinde temizlenecek.

19-Balıkçılık faaliyetlerinin ekosistem temelli yapılması sağlanacak. Koruma alanları da genişletilecek.

20-Müsilaj nedeniyle zarar gören balıkçılara ekonomik destek sağlanacak.

21-Deniz kirliliğin önlenmesi ve vatandaşların bilinçlendirilmesi amacıyla çalışma başlatılacak. Bilimsel çalışmaların kamuoyuna duyurulması amacıyla bir platform kurulacak.

22-Soğutma suları ve termal tesislerden oluşan sıcak suların Marmara Denizi’ne etkilerinin azaltılmasına yönelik tedbirler alınacak.

Müsilaj genelgesi: Atık su arıtma tesislerinin deşarj standartlarına kısıtlama

Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca Marmara Denizi Eylem Planı Kapsamında Deşarj Standartlarında Kısıtlama Genelgesi yayımlandı. Bakanlıktan …

Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca Marmara Denizi Eylem Planı Kapsamında Deşarj Standartlarında Kısıtlama Genelgesi yayımlandı.

Bakanlıktan yapılan açıklamada, Marmara Denizi’nde müsilajın neden olduğu kirliliğin giderilmesine yönelik alınacak önlemler ve yapılacak çalışmalara ilişkin Bakanlık koordinasyonunda hazırlanan Marmara Denizi Eylem Planı’nın, 6 Haziran’da kamuoyu ile paylaşıldığı hatırlatıldı.

Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile kurulan Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu’nca 15 Haziran’da, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından 15 gün içerisinde, Marmara Denizi Havzası’nda yer alan atık su arıtma tesislerinin Kimyasal Oksijen İhtiyacı (KOI) deşarj standardının kısıtlanmasına yönelik mevzuat yayımlanmasına” karar verildiği anımsatıldı.

Buna göre, Bakanlıkça, eylem planı çıktıları ve yapılan çalışmalar kapsamında, Boğazlar ve Susurluk Havzası dahil Marmara Denizi Hidrolojik Havzası’nda ve bu havzada yer alan illerden İstanbul, Bursa ve Kocaeli’nin tamamında, sanayi ve evsel atık su arıtma tesisleri için “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği” ve “Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği” ekinde yer alan ve kirliliğin göstergesi olan KOI parametresinde deşarj standartları oluşturuldu.

Bu kapsamda evsel atık sularda yüzde 20 oranında, endüstriyel atık sularda ise her bir sektör için yaklaşık yüzde 50’ye kadar kısıtlama yapılacak.

3 ay ila 1 yıl arasında uyum süresi verildi

Genelge ekinde deşarj standartlarına uyum için verilen süreler de yer aldı.

Buna göre, mevcut atık su arıtma tesislerinden kapasitesi yeterli olanların 3 ay, revizyon ihtiyacı olanların 1 yıl içerisinde uyum sağlaması gerekecek.

Bu süreler, yeni yapılacak (eski tesislerden de yeniden yapılması gerekenler dahil) tüm atık su arıtma tesislerinin bu standartlara göre tasarlanması ve bu genelgenin yayım tarihinden itibaren 6 ay içerisinde proje onay işlemlerinin tamamlanması, 1 yıl içinde de inşaat ihalesi işlemlerinin sonuçlandırılması ve belirtilen süreler dahil olmak üzere 3 yıl içinde tesislerin inşaatlarının tamamlanarak, işletmeye almaları şeklinde düzenlendi.

İlgili atık su altyapı yönetimleri, belirtilen süreleri kapsayacak bir iş termin planı 3 hafta içinde hazırlayarak, Bakanlığa bildirecek.

 

Türkiye’nin hava kirliliği haritası açıklandı: İşte en temiz ve en kirli şehirler

1

Hava kirliliği Türkiye’de trafik canavarından 8 kat daha fazla insan öldürüyor.

Türk Toraks Derneği açıklamasına göre, Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği oranlar bazında havası tek temiz kent Rize oldu. En kirli noktalar İstanbul’da Göztepe, Esenyurt ve Aksaray; Ankara’da Sıhhiye ve Kayaş; İzmir’de ise Bornova ve Bayraklı oldu.

Birgün’den Sevil Aslan’ın haberine göre Türk Toraks Derneği, İstanbul’da düzenlediği basın toplantısında Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği limitlere göre havası en kirli ve en temiz kentleri açıkladı. 2017 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği oranlara göre havası tek temiz kent Rize oldu. İstanbul, Ankara ve İzmir illerinin ilçe düzeyinde kirlilik haritasının da açıklandığı toplantıda en kirli noktalar İstanbul’da Göztepe, Esenyurt ve Aksaray; Ankara’da Sıhhiye ve Kayaş; İzmir’de ise Bornova ve Bayraklı oldu. Doç. Dr. Elbek, toplantıdaki konuşmasında “İstanbul’da Esenyurt, Göztepe ve Aksaray’dan kaçın” dedi.

“Görünmez katil” 

Basın toplantısının açılış konuşmasını yapan Türk Toraks Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Fuat Kalyoncu, “Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘görünmez katil’ olarak tanımladığı ve dünyada her yıl 7 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açan bu sorunun ülkemizde de tanınmasını, duyulmasını ve bu sayede her an soluduğumuz zehirli havanın artık son bulmasını istiyoruz” dedi.

Sempozyumun Eş Başkanı Doç. Dr. Haluk Çalışır, Türkiye’de ve dünyada en çok öldüren ve sağlığa en çok olumsuz etki yaratan kalp-damar hastalıklarının, inmenin ve solunum sistemi hastalıklarının hava kirliliği ile doğrudan ilişkili olduğunun altını çizdi.

Doç. Dr. Çalışır konuşmasında, “Hava kirliliği; çocuklarda hiperreaktivite, dikkat eksikliği, bilişsel gerilik, akciğer fonksiyonlarında düşüklük; yetişkinlerde astım, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, akciğer dokusunun sertleşmesi olarak tanımlanan akciğer fibrozisi ile akciğerde ölümcül hasara neden olan damar pıhtılaşmasına yol açmaktadır.

Ayrıca hava kirliliği özellikle çocuklar ve 65 yaş üstü nüfusta zatürre gelişimini 6 kat arttırmaktadır” dedi.

Sempozyumun diğer Eş Başkanı olan Yrd. Doç. Dr. Nilüfer Aykaç ise yaptığı açıklamada hava kirliliğine yol açan fosil yakıtlarının kullanılmasına bağlı olarak Türkiye’de 2.876 erken ölümün, 4.311 hastaneye yatışın ve yılda 3 milyar euroyu aşan bir sağlık harcamasının gerçekleştiğine dikkat çekti.

Yrd. Doç. Dr. Aykaç, sözlerini “İstanbul’da Esenyurtta yaşayan sağlıklı bir kişi geçtiğimiz bir yılda kirli hava nedeniyle 240 gram zehirli toz solumuştur. Daha önemlisi başkent Ankara’nın merkezinde bulunan Sıhhiye semtinde ise bu miktar 255 gramdır. Ancak bu gerçeklere rağmen Türkiye yakın gelecekte onlarca sayıda kömürlü termik santrali daha faaliyete sokmayı planlamaktadır.

Biz insanların sağlığını korumaya and içmiş bir mesleğin temsilcileri olarak, sağlık üzerinde ölümcül yıkıma neden olacak bu adımın gerçekleşmemesi için toplumsal sorumluluk üstleniyor ve bu nedenle ‘sürdürülebilir kalkınma’ yerine ‘sürdürülebilir gelecek ve yaşam’dan yana safımızı seçiyoruz” diyerek tamamladı.

“Hava kirliliği Türkiye’de trafik canavarından 8 kat daha fazla insan öldürüyor”

Sempozyum Bilimsel Komite Başkanı Prof. Dr. Hasan Bayram ise “Hava kirliliği Türkiye’de ‘trafik canavarı’ndan 8 kat daha fazla insan öldürmektedir” diye konuştu. Sempozyumda Türkiye’nin son bir yıllık hava kirliliği sonuçlarını açıklayan Türk Toraks Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Osman Elbek yaptığı konuşmada Kasım 2016–Ekim 2017 arasında partikül madde açısından sadece Rize ilinde Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık açısından izin verdiği sınırın aşılmadığını, Şırnak ilinde yeterli ölçüm yapılmadığını, geri kalan 79 ilde hava kirliliğinin yaşandığını ifade etti.

“Türkiye’de 83 ilin 53’ünün havası kirli”

Doç. Dr. Elbek sözlerini “Türkiye’nin ulusal mevzuat sınır değeri dikkate alınsa dahi yeterli ölçüm yapılan 80 ilin 53’ünün yani yüzde 66’sının havası kirlidir” diyerek sürdürdü. İstanbul, Ankara ve İzmir illerinin ilçe düzeyinde kirlilik haritasının da açıklandığı toplantıda en kirli ilçelerin İstanbul’da Göztepe, Esenyurt ve Aksaray; Ankara’da Sıhhiye ve Kayaş; İzmir’de ise Bornova ve Bayraklı olduğu dikkati çekti.

Doç. Dr. Elbek, “Göztepe, Esenyurt ve Aksaray’dan kaçın” dedi. Doç. Dr. Elbek “Dünya Sağlık Örgütü’nün izin verdiiği sınırlar içerisinde olmasa da İstanbul’da yaşayanların öncelikle Silivri, Sarıyer ve Şile’de; Ankara’da Sincan ve Bahçelievler’de; İzmir halkının ise Güzelyalı’da yaşamayı tercih etmelerini öneririz” diyerek sözlerini tamamladı.

Sağlık için bisiklet etkinliğinin de yapıldığı “Nefesimiz Tükenmeden: Hava Kirliliği ve Akciğer Sağlığı” başlıklı sempozyumda, Türkiye’nin tüm illerinin hava kirliliğinin takip edildiği “Havanız Cebinizde” aplikasyon tanıtımı da yapıldı.

Tekirdağ’da Çevreyi kirleten 5 fabrika kapatıldı

Tekirdağ’da son bir hafta içinde ‘çevre izni belgesi’ olmadan faaliyet gösteren 5 fabrika, toplam 450 bin lira ceza uygulanarak kapatıldı. Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Kaan Sinan Tohumcu, çevreyi kirleten tesislere yönelik çalışmaların aralıksız sürdürdüğünü belirtti.

Trakya’da Ergene Nehri ile önemli kollarından Çorlu Deresi başta olmak üzere atıklarıyla dereleri ve çevreyi kirleten tesislere Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nce kapatma ve para cezaları uygulanıyor. Marmara Denizi’ni etkisi altına alan müsilaj (deniz salyası) kirliliğinin ardından Tekirdağ’da denetimler daha da sıklaştırıldı. Müdürlük, 41 personelden oluşan 13 ekiple, denetimlerini aralıksız sürdürüyor. Son bir haftada yapılan denetimlerde, ‘çevre izin belgesi’ olmadan faaliyet gösterdiği belirlenen 5 fabrika kapatılarak, tesis başına 90 bin lira ceza uygulandı. Tesislerin çevre izin belgesini almaları halinde faaliyetlerine başlamasına izin verileceği belirtildi.

5.5 YILDA 58 MİLYON LİRA CEZA UYGULANDI

Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ekiplerinin son 5.5 yılda yaptığı 7 bin 334 denetimde, arıtma tesislerini çalıştırmayıp, kirli su bırakan ve diğer atıklarla çevreyi kirleten tesislere toplam 58 milyon 262 bin 194 lira para cezası uygulandı. Bu yılın ilk 5 ayında ise uygulanan para cezası 8 milyon 975 bin 675 lira oldu.

“EKİPLER ARALIKSIZ ÇALIŞIYOR”

Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Kaan Sinan Tohumcu, denetimlerin aralıksız sürdüğünü belirterek, “Yapılan denetimlerde atık su arıtma tesislerinden denetim amaçlı numuneler alınıyor. Eğer baca emisyonu varsa baca emisyon ölçümleri gerçekleştiriliyor. Çıkan emisyon ölçümleri ve atık su analizlerine göre eğer limit değerlerinde aşım varsa idari para cezası uygulanıyor. Eksikleri olan ve çevreyi kirletenlere ceza uygulanıyor. Çevre kirliliğinde eğer tedbir alınmazsa, kirlilik devam ederse, bu kirlilik doğa ve ekosisteme zarar vermesi durumunda kapatmaya varan idari para cezası uyguluyoruz” dedi.

MÜŞTEREK ARITMA AVANTAJ SAĞLAYACAK

Bölgede evsel ve endüstriyel toplam 350 atık su arıtma tesisi bulunduğunu ifade eden Tohumcu, “Bunların yarıdan fazlasını endüstriyel atık su arıtma tesisleri oluşturmakta. Yine bölgemizde devam eden müşterek atık su arıtma tesisleri var. Müşterek atık su arıtma tesislerinin bitirilmesiyle münferit arıtmalar, bireysel arıtmalar yerine müşterek merkezi atık su arıtma tesislerine bırakacaktır. Bireysel arıtmaların işletmesi, maliyeti, bunların hepsi göz önünde bulundurulduğunda bütünleşecek olan merkez arıtmanın işletmesi daha kolay olacaktır, kontrolü daha kolay olacaktır. Her konuda avantajı olacaktır” ifadelerini kullandı.

Kaynak: AA

SUYUN ANALİZİ

Olağandışı durumlarda suyun bakteriyolojik analizini yapmak, gerektirdiği teknik donanım ve süre açısından güçlükler taşımaktadır. Suda çeşitli mikroorganizmaların varlığı pratik olarak, amonyak, nitrit, nitrat varlığı ile gösterilebilir. Suda amonyak bulunması kirlenmede başlangıç, nitrit ara ve nitrat son basamaktır. Suda AMONYAK varlığı suyun taze kirliliğini, devam eden kirliliğini gösterir. Suda NİTRİT bulunması kirlenmenin üzerinden zaman geçtiğini ve suyun hala şüpheli olduğunu gösterir. NİTRAT’ın bulunması ise suyun kirlenme tehlikesinin kalmadığını gösterir.

AMONYAK: Nessler ayıracı ile varlığı kontrol edilir. Tüpe konulan 10 ml. suya birkaç damla Nessler ayıracı damlatılır. Az miktarda amonyak kirli sarı çok miktarda ise turuncu ve kırmızıya doğru giden renk verir ve çökelti oluşur.

NİTRİT: Trommsdorf ayıracı ile aranır. Tüpteki 10 ml suya önce birkaç damla 1/3 sulandırılmış sülfirik asit damlatılır sonra da üzerine ayıraç eklenir.

Mavi renk oluşması nitrit varlığını gösterir. 10 sn sonra oluşan mavi renk lt de 0.3mg.

Hemen sonra oluşursa lt de 0.5mg ve üzeri nitrit bulunduğunu gösterir.

NİTRAT: Difenil amin ile aranır. İki tüp alınır, birine su diğerine eşit miktarda ayıraç konur. Ayıraç tüpü hafifçe eğilerek miyar örnek suyun altında toplanacak şekilde su tüpü kenarından yavaşça akıtılır. Nitrat varsa su ile ayıraç arasında mavi halka oluşur.

SUYUN KLORLANMASI VE SUDA KLOR TAYİNİ

Suda organik ve inorganik maddeler kloru bağlarlar her suyun özelliği farklı olduğundan klor düzeyi 0.6-0.8 ppm arasında olması sağlanmalıdır.

Basit klorlama için;

6 tane kavanoz alınıp her biri 1 litre su doldurulur. Kavanozların ağzı açık bırakılır. Birinci kavanoza bir damla ikinci kavanoza iki damla, altıncı kavanoza 6 damla olacak şekilde klor eriyiği damlatılır.

30 dakika beklendikten sonra klor komparatörüyla ölçümler yapılır. Komparatörün tüpüne ölçülmesi istenen sudan konur, 3-4 damla orthotoluidin solüsyonu damlatılır. 3 dakika beklenip renk skalasıyla karşılaştırılır.

0.8 ppm’i kaç damlada yakaladıysak orantı ile gereken klor miktarı bulunur. Örneğin üç damlada 0.8 ppm bulmuş isek 1lt. suya 3 damla klor eriyiği gerekiyorsa bir ton suya 3000 damla klor eriyiği gereklidir. 20 damla 1 mililitre olduğuna göre 3000/20 150 ml. Klor eriyiği gereklidir.

SU DEPOLARININ TEMİZLENMESİ

Su depolarında bir süre sonra organik maddeler birikeceğinden klorun büyük bir kısmını tutmaya başlar. Bu nedenle su depolarının temizlenmesi gerekir.

Önce depo suyla doldurulup, deponun hacmine göre Litrede 5 mg. olacak şekilde aliminyum sülfat atılır. Bir buçuk-iki saat beklenip depo boşaltılır.

Arkasından depo tekrar suyla doldurulup 2 ppm olacak şekilde süperklorizasyon yapılır. 30 dakika beklenir. Bu su da boşaltılır kullanılmaz.

Depo temizlenip kullanıma hazır hale gelmiştir. Su 0.6-0.8 ppm olacak şekilde klorlanıp yarım saat sonra kullanılabilir.

Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi

43 markanın içme suları analiz edildi (2019 haberi): Bursa Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden 4 akademisyenin gerçekleştirdiği “Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi” başlıklı analiz çalışması kapsamında 43 farklı markanın içme suyu örneği üzerinde 16 farklı ağır metalin analiz işlemi yapıldı. Analizler 250 ml’lik plastik ambalajlı su örneğine yapıldı. Su örnekleri içerisinde tespit edilen en yüksek ağır metal konsantrasyonları, baryum, kurşun, stronsiyum oldu. Sularda en yüksek oran olarak baryumda 366.08, kurşunda 0,80 ve stronsiyumda ise 6,01 ppB oranları ölçüldü. İçme suyu yoluyla maruz kalma dozunun baryum için en fazla 0,004, kurşun için 0,029 ve stronisyum için de 0,0012 mikrogram olduğu belirlendi.

Sudaki Kanser riski

Araştırmada, kurşun oranlarının ambalajlı içme sularında yetişkinler için 10-6’yı aşan kanserojen indeks aralığı sergilediğine vurgu yapılarak, “Ambalajlı içme suyu tüketmenin Pb(kurşun) seviyesine göre kanserojen risk oluşturduğu gözlenmektedir. Toplum sağlığının korunması açısından uygun kontrol tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Sularda As, Pb, Mn, Cd, Cu, Hg Cr gibi ağır metallerin bulunması ciltte incelme, böbrek hasarı, karaciğer sirozu, sinir sisteminde ileti bozuklukları, gibi sorunlara yol açabilmektedir. Toplumun bir bölümünün, su ihtiyacını sağlıklı olduğuna güvenemediği için musluk suyu yerine ambalajlı sulardan karşıladığı bir gerçektir. Ambalajlanarak tüketime sunulan doğal kaynak suları ve içme sularının bakteri içermemesi kadar ağır metal bulunma durumu ve konsantrasyonu da önem arz etmektedir”

İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ve ekleri göz önüne alındığında; bu oranlar izin verilen seviyenin üst sınırındadır. Analizi yapılan ağır metaller insan vücudunda birikebildiği için zaman içinde sağlık sorunlarına yol açabilecek yüksek değerlerdir. Ayrıca ambalajlı içme sularının ağır metal analizlerinde elde edilen sonuçlar yönetmelik sınırlarının altında kalmasına karşın beklenmedik oranda yüksektir. [TBB]

HOCl + NHCl2 = NHCl3 + H2O Trikloramin şebeke suyun da nasıl oluşur, etkileri ve belirtileri nelerdir.

Klor, amonyak içeren suya ilave edildiğinde aşağıdaki reaksiyonlar meydana gelir.

  • HOCl + NH3 →H2O + NH2Cl (Monokloramin)
  • HOCl + NH2Cl →H2O + NHCl2 (Dikloramin)
  • HOCl + NHCl2 → H2O + NCl3 (Trikloramin)

Oluşan reaksiyon ürünleri, pH, sıcaklık, temas süresi ve başlangıçtaki (klor/amonyak) oranına bağlıdır. Suyun pH değeri 8 den büyük ise esas olarak monokloramin oluşur. pH’nın 3 den küçük olması durumunda ise Trikloraminler meydana gelir. Trikloramin genel de şebeke suyun da kötü tat ve kokuya neden olur. Şebeke suyuna karışan trikloramini yok etmek için deşarj edilmelidir.

Klor

Klor normal ısı ve basınçta sarımsı – yeşil bir gaz olup, havadan ağırdır. Çok keskin bir kokusu vardır. Aktif bir elementtir. Su olması halinde, normal sıcaklıkta bütün elementlere etki eder. Sadece asal gazlar ve oksijenle reaksiyona girmez. Oda sıcaklığında kuru klor, platin, altın ve gümüş gibi metaller ile bakır ve demir ile bir reaksiyon meydana getirmez. Bu sebeple kuru kloru bakır ve demir borularda nakletmek ve çelik kaplarda muhafaza etmek mümkündür.

    • Çözeltilerdeki veya doğal sulardaki amonyum iyonu, Kolorimetrik analiz ile tayin edilir
    • Amonyak doğal sularda genellikle Amonyum azotu hâlinde bulunur.
    • Sularda Amonyak, kimyasal ve fiziksel olaylar veya mikroorganizma faaliyetleri sonucunda oluşur.
    • Amonyak tayini için reaktif olarak Nessler reaktifi kullanılır.
    • Kolorimetrik amonyak tayininde 400-500 dalga boyunda absorbsiyon ölçümü alınır.

Pestisitler, parazit bir solucana yakalanma riskini artırabilir

Pestisitler çift ucu keskin bir kılıçtır: Çiftçiliği daha verimli hale getirirler, ancak düzgün kullanılmazsa yabani hayvanlara ve insanlara zarar verebilirler. Şimdi, ekolojistler gelişmekte olan dünyadaki böcek ilacılarından gelen yeni bir tehdit tespit ettiler. Solucan enfekte salyangozların böcek yırtıcılarını öldürerek sıtmadan sonra en yaygın ikinci parasitik hastalık olan şistozomiyazis riskini artırabilirler.

Araştırmada yer almayan İngiltere’deki Liverpool Tropikal Tıp Okulu’ndaki parazitolog Russell Stothard “Bu çığır açan bir makale” diyor.

Pestisitler, parazit bir solucana yakalanma riskini artırabilir

Şistozomiyaz, parazit bir sersemlik virüsü tarafından zayıflatıcı bir hastalıktır. Afrika’nın çoğunluğunu kapsayan virüs, yaklaşık 258 milyon insana bulaştı. Solucan, hayatının bir bölümünü tatlı su salyangozlarında geçiriyor; salyangoz, yüzen veya suda giysilerini yıkayan birinin derisine nüfuz edebilen küçük larvalarını bırakmaktadır. Sintimetre uzunluğundaki solucanlar kan damarlarına yayılır ve ateş, ishal, anemi ve bunlarda yetmiyormuş gibi büyümenin durmasına neden olur.

Bağışıklı tepkileri, böbreklere ve diğer organlara zarar verebilir. Enfekte olan insanların idrar ya da dışkıları yoluyla, solucanlar yumurtaları akıntılarına veya gölete yayabilir. Orada, yumurtadan çıkıp yeni salyangoz aramaya başlarlar, yaşam döngüsüne tekrar başlarlar. Şistozomiyaze ilaçlarla kolayca tedavi edilebilir, ancak parazitler endemik olduğu yerlerde insanlar hızlı bir şekilde yeniden enfekte olur.

Yeni araştırmanın lideri, Tampa’daki South Florida Üniversitesi’nden ekoloji uzmanı Jason Rohr, daha önce amfibiyenlerde benzer bir parazit flatworm çalışmıştı. Araştırması, gübre gibi ortak tarımsal kimyasalların (pestisitler) kurbağa durumunu kötüleştirebileceğini gösterdi. Bu kimyasallar akarsuları ve havuzlara girdiklerinde, yassı kurtçuklar için ev sahipliği yapan salyangozlarla beslenen yosun miktarını arttırırlar. Bu, popülasyonu artırır ve kurbağalarda daha fazla parazit enfeksiyonuna yol açar.

Amfibiyen flatworm’un ve schistosomiasis’e neden olan benzer yaşam döngüsü Rohr ve arkadaşları, tarım kirliliğinin (kullanılan herbisitler, pestisitler v.b) hastalık bulaşmasını da etkileyip etkilemediğini merak ediyorlardı. 60 açık tankın içinde basit bir ekolojik model yarattılar.

Her birine 800 litre gölet suyu doldurduktan sonra, sistosomiasis parazitini yayacak iki salyangoz türü, salyangoz yemleri için yosunlar ve iki çeşit yırtıcı hayvan-kerevit ve su böceği eklediler. Sonunda, tankları çeşitli kombinasyonlarda üç çeşit tarımsal kimyasal madde (gübre, herbisit ve insektisit) ile çırptılar. Konsantrasyonlar, Birleşik Devletler’deki mısır alanlarına yakın akarsuların ve göletlerin tipik örneklerindendir.

Yapılan çalışmada gübre, beklendiği gibi tanklarda bulunan yosun miktarını arttırdı ve bu da salyangoz sayısını artırdı. Herbisit de salyangoz için daha fazla besin yarattı, çünkü suyu bulandıran mikroskopik algler ağırlıklı olarak öldürüldü.

Bunlar öldüğünde, su temizlendi, göletin tabanında büyüyen daha büyük yosunlara (salyangoz sütü) ulaşmak için daha fazla ışık elde edildi. Şistozomiyazisin epidemiyolojik bir modeli, bu tipik gübre miktarından salyangoz popülasyonundaki artışın insanlara bulaşma riskini % 28 oranında arttıracağını önermektedir.

Pestisitler, parazit bir solucana yakalanma riskini artırabilir

Böcek öldürücü klorpirifos, salyangozdaki iki yırtıcıyı öldürecek daha da büyük bir etkiye sahipti. Su böcekleri başlarını kabuğun içine sokarlar, molluskları ısırırlar, sindirim enzimleri enjekte eder, daha sonra kalıntıları bulandırırlar. 20 santimetre uzunluğundaki kerevit (istakozdan küçük böcek) 2 santimetre uzunluğundaki salyangozu ezip kaba kuvvet kullanıyor. Rohr, “Kesinlikle çok vahşiler” diyor. Bu yırtıcılar gittikten sonra, salyangoz nüfusu patladı. Böyle bir senaryoda, insanlar biyolojik hastalığa yakalanma riski 10 kat artacak, ekip bu hafta bioRxiv’e gönderilen bir ön baskıda bulunacaklarını bildirdi. Tanklara insektisitin sadece bir konsantrasyonu eklenmiş olsa da, model göletlerde daha düşük konsantrasyonların hala parazit bulaşmasına önemli etkileri olacağını gösterdi.

Bulgular, şistozomi hastalığının “güçlü bir risk faktörü” ne benzediğini belirliyor, Imperial College London’da görevli olmayan parazitolog Joanne Webster “diyor.

Barajlar birçok ülkede şistozomiada bir artışa neden oldu, çünkü salyangozlar rezervuarlarda ve sulama kanallarında yaşıyor. Bazı yerlerde barajlar, balık, kerevit balığı ve karides gibi salyangozların doğal avcılarında da düşüşe neden olmuştur. Rohr, yeni habitatın pestisitlerin sulamadan ve akardan ayrılmasıyla birlikte, gelişmekte olan dünyada tarımın yoğunlaştığı şistozomiyaz için “mükemmel fırtına” olabileceğini belirtti.

Rohr, şimdi Pacific Grove, California merkezli Upstream İttifakı adlı bir araştırma ortaklığının yürüttüğü bir deneyin parçası olarak insektisitlerin salyangoz yırtıcıları ve hastalık bulaşması üzerine Senegal’deki araştırmalarını araştırıyor. Bu proje, tatlısu salyangozlarını kontrol etmedeki etkinliklerini değerlendirmek için birkaç köyün yakınında karidesleri yeniden sunmuştur. Rohr, çiftçilere karideslere karşı daha az toksik olan insektisitlere geçiş yapmalarının, gıda üretimini sürdürürken şistozomiyazis yükünü azaltıp azaltamayacağını inceleyecek. “Şistozomiazis-endemik bölgelerde zirai ilaçların etkisi hakkında daha dikkatli düşünmemiz gerek” dedi.

Çalışma, İngiltere’deki Oxford Üniversitesi’nden bir biyolog olan Charles Godfray’e göre, tarım ile hastalık arasındaki karmaşık bağları vurguluyor. Tarımsal üretkenliği artırarak, pestisitler ve diğer kimyasal maddeler insanları fakirlikten kurtarabilir ve hastalıkları kötüleşen kötü beslenmeyi azaltabilir. “Gerçekten açık olan şey, ziraat kimyalarının mümkün olduğu kadar verimli bir şekilde kullanıldığı hassas tarımın önemi ve mümkün olduğu kadar az akar.”

Plastik Yiyen Petek Güvesi

İnsanlar her yıl 300 milyon metrik tondan daha fazla plastik üretiyor. Günlük hayatımızda uzun süreli ya da tek kullanımlık olarak yer alan birçok şeyin içerisinde plastik mevcut. Tabii ki bu kullanımımızın doğal bir sonucu olarak da ciddi miktarlarda da plastik çöpü üretiyoruz. Bu miktarın neredeyse yarısı arazi doldurmada kullanılıyor ve yaklaşık 12 milyon metrik tonu da okyanusları kirletiyor.

Plastik Yiyen Petek Güvesi

Şimdiye kadar plastiklerin yarattığı kirlilikten kurtulmanın sürdürülebilir bir yolu bulunamamıştı fakat yeni yapılan bir araştırmanın önermesine göre, çözüm aç kurtçukların midesinde yatıyor olabilir.

İspanya ve İngiltere’den bilim insanlarının bulgularına göre, plastiklerin yaklaşık %40’ını oluşturan polietilen, büyük petek güvesi larvaları tarafından verimli bir şekilde ayrıştırılabilir. Araştırmacılar 100 petek güvesini sıradan bir polietilen alışveriş poşetinin içerisine 12 saat bıraktılar. Kurtçuklar poşetin yaklaşık 92 miligramını yani kabaca poşetin %3’ünü tüketip ayrıştırdılar.

Araştırmacılar, yalnızca larvaların çiğneme eyleminin polietilenin parçalanmasından sorumlu olmadığını doğrulamak için bazı kurtçukları macun haline getirip plastik filmlere uyguladılar. 14 saat sonra polietilen filmlerin kütlece %13’ünün ayrıştırıldığı bulgularına ulaştılar. Araştırmacılara göre, polietilen filmler büyük ihtimalle kurtçukların midelerindeki enzimler tarafından parçalanıyor. Parçalanan plastik filmleri incelerken, araştırmacılar ayrıca biyolojik bozunmayı işaret eden ve polietilen parçalanmasının bir ürünü olan etilen glikol izlerine de rastladılar.

Current Biology’de yayımlanan çalışmayı yürüten bilim insanlarına göre, larvaların kendi temel besin maddelerinden olan balmumunu parçalama yetenekleri plastiğin ayrıştırılmasını da mümkün kılıyor. Vaks ya da mum, moleküllerin karmaşık bir karışımıdır. Ancak vaks, polietilenin içerisindeki temel bağ olan karbon-karbon bağını da barındırır. Petek güvesi de bu bağı kıracak mekanizmayı barındırıyor.

Bir organizmanın polietileni ayrıştırma kapasitesine sahip olacak şekilde evrimleşmiş olması tabii ki şaşırtıcı değil. Ancak daha önceki araştırmalara kıyaslayınca, bu çalışmadaki biyolojik bozunmanın hızı gerçekten heyecan verici.

Fakat daha sonra yapılacak çalışmalarla bu bozunmanın sebebinin tam olarak belirlenebilmesi gerekiyor. Eğer bu etkinin kurtçuğun kendisinin ürettiği bir enzimden mi yoksa bağırsak mikroplarından mı kaynaklandığı kesin olarak belirlenebilirse, endüstriyel süreçlerle üretilecek kimyasallar sayesinde plastik dağlarından kurtulmamız mümkün olabilir.